Telefonun Diğer Ucundaki Kadın

Tolga Kaya

“Alo.”
“İyi günler, telefonun diğer ucundaki adamla mı görüşüyorum?”
“Buyurun, benim.”
“Şey, ben, … , numaranızı rehberden aldım. Umarım sizi rahatsız etmiyorumdur.”
“Ben kiminle görüşüyorum?”
“Şimdilik, telefonun diğer ucundaki kadın desek sizin için bir mahsuru olur mu? Birazdan kim olduğumu anlayacaksınız zaten. En azından ben öyle umuyorum.”
“Sizi dinliyorum.”
“Aslında sizi uzun zamandır içimi sıkan bir meseleyi paylaşabilmek için aradım. Çok fazla vaktinizi alacak değilim.”



“Pardon, bir dakikanızı alabilir miyim? Kalem ve kâğıt alıp geleceğim.”
“Neden? Not mu tutacaksınız?”
“Sizin için bir sakıncası var mı?”
“Hayır, yok. Benim için fark etmez. Lütfen nasıl istiyorsanız öyle yapın. Sadece biraz şaşırdım. Pek sık karşılaştığım bir durum değil de…”
“Anlıyorum. Hemen geliyorum.”
“…”
“Sizi dinliyorum hanımefendi.”
“Şöyle yazın o zaman: Bir gün bir kadın kendini çok yalnız hissettiği bir anda bir erkek tarafından gözetlendiğini fark eder. Anlamsız hayatının üzerinde dalgın dalgın gezinen bu gözlerden önce rahatsız olur. Yine de bu tatsız gelişmeyi başlangıçta fazla önemsemez, – çok mu hızlı gidiyorum?”
“Lütfen devam edin.”
“Kadın, ne zaman perdelerini açıp evine güneşin sıcaklığını davet edecek olsa karşısında bu meraklı gözleri bulur. O kadar ki, zamanla onlardan gizli hiçbir şey yapamaz hale gelir. Çok geçmeden bu duruma alışır. Hatta hiç tanımadığı bir erkeğin gece gündüz onu izlediğini, bütün vaktini ona ayırdığını görmek hoşuna gitmeye başlar. Aslında ne kadar da yalnızdır. Bütün bu elbiseler, ayakkabılar, her gün özenle yapılan ve bir türlü istenilen hali almak istemeyen saçlar, tazelenen makyajlar, hepsi, evet hepsi ne kadar da anlamsızdır. Hele onca çabayı gören, merak eden, takdir eden biri olmayınca... Oysa hayat ne kadar kısa, gençlik ne kadar da geçicidir. Bir bakmışsınız uçup gidivermiş. Değil mi?”
“Sizi çok iyi anlıyorum bayan.”
“Artık her şeyin bir anlamı vardır. Geceleyin ardına kadar açılan pencerelerin, yeni güne uyanışların, terliklerin, çorapların, eteklerin, bütün o keyifli alışverişlerin; rujların, rimellerin, allıkların, tazelenen makyajların; hatta, neden olmasın evet, belki de spreylerin, deodorantların… Biz kadınlar, her gün evimize uğrayan bahar rüzgârlarından birinin, boynumuzu tatlı tatlı okşadıktan sonra gidip karşı penceredeki bir adamın burnunu şöyle bir gıdıklamayacağından nasıl emin olabiliriz ki?”
“…”
“Böylece günler, aylar, bir ilkbahar geçer. Kadın gençleşir, güzelleşir, hayatla dolar. Evinin içinde olmak artık en sevdiği şeydir. Kitaplar okur, bulmacalar çözer, temizlik yapar, radyoda aşk şarkıları dinler. Artık çok eski bir anı olan kocasını düşünmez olmuştur. Küçücük salonunda uçsuz bucaksız kırlarda her çiçeğe konmak isteyen bir arı gibi uçuşur durur. Ne var ki, bir gün olan olur.”
“Durun tahmin edeyim:  Bir gün karşı penceredeki adam ortadan kaybolur.”
“Evet, aynen öyle olur. Kadın, o sabah evden çıkmadan önce adamı her zamanki yerinde göremez. Önce uyanamamış olabileceğini düşünür. Evinde biraz vakit geçirir, hatta işine bir saat geç kalır. Ne var ki, ne o sabah ne de o akşam adam penceresinin başına geçmez. İşin aslı hayatının anlamı haline gelen bu adamı bir daha hiç göremez. Düşünsenize, daha ismini bile öğrenememiştir.”
“Çok acı. Üzüldüm bakın şimdi. Peki, hiç aramamış mı adamı? Gidip sorup soruşturmamış mı? Kimmiş bu adam? Neden ortadan kaybolmuş? Taşınmış mı? Başına bir şey mi gelmiş?”
“Soruşturmaz olur mu? Tabii ki soruşturmuş. Karşı apartmanın kapıcısı ve sakinleriyle, kendi komşularıyla, mahallenin esnafıyla, gediklileriyle konuşmuş. Hatta bir gün dayanamayıp polis merkezine bile gitmiş. Aldığı cevaplar üç aşağı beş yukarı aynıymış: O evin yıllardır boş olduğu, sahibinin uzun zaman önce ölen yalnız bir adam olduğu ve uzak akrabaları arasındaki miras kavgası yüzünden evin ne satılabildiği, ne de kiralanabildiği.”
“Çok ilginç. Peki, bu kadının ruh sağlığının yerinde olduğundan emin misiniz?”
“ Ne alakası var şimdi? Tabii ki yerindeymiş!”
“Pardon, sizi kızdırmak ya da üzmek gibi bir niyetim yoktu. Lütfen devam edin.”
“Kadın ikna olmamış. Parklarda, caddelerde, ara sokaklarda, kafelerde, şehrin kenar mahallelerinde, kısaca her yerde adamı aramaya koyulmuş. Sabahları erken kalkmaya, öğle tatillerinden geç dönmeye, akşamları bir bahane uydurup işten erken çıkmaya başlamış. Tek üzüldüğü nokta, şimdi ona masal gibi gelen o upuzun günler ve aylar boyunca âşık olduğu adamın yüzüne en azından bir kerecik olsun dikkatlice bakmamış olmasıymış.”
“Ciddi olamazsınız.”
“Bu kadarla da kalmamış. Bir süre sonra işini bırakmış. Sistemli bir araştırma yapabilmek için bunun şart olduğundan kuşkusu yokmuş. Kocasından kalanlar ve kendi birikimleri üzerinde yaptığı hesaplara göre iki yıl kadar çalışmadan idare edebilirmiş. İlk yılın sonunda ciddi bulgulara ulaşmış. Yine de işini sıkı tutuyor, harita üzerinde yaptığı günlük ve haftalık planları aksatmadan uygulamaya geçiriyormuş. Akşamları da boş durmuyormuş. Telefonunun başına geçiyor, rehberden içindeki sesi dinleyerek belirlediği numaraları çeviriyormuş. Karşısına bir kadın çıkarsa hemen kapatıyor, kulağına bir erkek sesi gelirse kaybettiği adamın telefonun diğer ucundaki adam olup olmadığını anlamak için sohbete başlıyormuş.”
“Nasıl yani?”
“Yani diyorum ki, kadın kaybolan aşkını bulabilmek için…”
“Bir dakika, yani şu anda da yaptığı gibi mi?”
“Evet.”
“Yoksa o kadın siz misiniz?”
“Evet.”
“Ciddi misiniz, ah bir saniye, heyecandan kalemimi yere düşürdüm de.”
“Kalem mi? Şey, nasıl soracağımı bilemiyorum, peki ya siz o adam mısınız?” 
“Korkarım hayır.”
“Anlıyorum. İlk defa bu kadar ümitlenmiştim. O zaman bu konuşmanın da pek bir anlamı kalmadı. Kusura bakmayın size boşu boşuna not tutturmuş oldum.”
“Ben not tutmadım ki.”
“Niçin aldınız o zaman kâğıt ve kalemi elinize?”
“Ben, şey, resimle ilgileniyorum.”
“Yani ressamsınız.”
“Arkadaşlarım bana öyle diyorlar. Birkaç sergi açmayı da başardım. Yine de kendimi tanıtırken o kelimeyi kullanmakta zorluk çekiyorum. Ne bileyim işte, gerçek ressamlar bana üstün insanlarmış gibi geliyor. Bense normal bir adamım. O ustalarla aynı sıfatla kendimi takdim etmeye utanıyorum.”
“Hadi canım bu kadar da abartmayın.”
“Ayrıca, bu konuşmanın bir anlamı olmadığı konusunda sizinle aynı fikirde olmadığımı da eklemeliyim. Şu an dizlerimin üzerinde harika bir eskiz duruyor. Bu taslağı gerçek bir resme dönüştürmek için sabırsızlanıyorum. Son zamanlarda bu kadar heyecanlandığımı inanın hatırlamıyorum. Lütfen bu konuşmanın anlamsız olduğunu düşünmeyin. Resmi tamamladığımda size gösterebilmeyi, hatta uygun görürseniz belki birlikte bir şeyler içebilmeyi çok isterim.”
“Bu gece için yaptığım planın biraz gerisine düşmüş durumdayım.”
“Anlıyorum.”
 “Kapatmam gerekiyor. Vaktinizi aldım, kusura bakmayın.”
“Bir dakika, daha isminizi bile, …, öğrenemedim.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder