Miladî 1794


Kaya Tokmakçıoğlu

Ve tarih akar gider parmaklarımızın arasından. Ne bir dram ne bir trajedi. Oysa bir adam, kana bulanmış gömleğiyle birlikte uzatmadan önce boynunu, teşhir edilecek meydanda halka. Söyleyecek daha onca şey, onca cehennem. Belki de yanındaki yirmi bir kişiye fısıldayacaktır deli olmadığını, hasta ise hiç. Nedir ki bir insanın önemi milyonların yanında. Hele farklı coğrafyalar söz konusu olduğunda nedir ki!
“Yurttaşlar, içinde devrim olmayan bir devrim mi istiyordunuz?”
Çenesinden kanlar damlayan adam Andre Chénier’i düşünür; bir şairi ölüme yollamak henüz üç gün önce. Kasvet basar her yanını.
“bu şarkılar, sesten şahitleri zindanımın,/bir merak uyandıracaktır; o güzel kadın/ne oldu acaba sonunda./alnını, sözlerini nurdan bir hale sardı;/yanındakiler mutlak korkmuş olmalılardı,/kendi sonlarını görüp onda.” 
Aklına gelir birden birkaç ay önce Rus ordusunun Prag’da katlettiği binlerce bebek, tecavüze uğrayan yüzlerce kadın ve ölüme yollanan 20.000 masum. Oysa bilmez Galata Kulesi’nde çıkan yangında ölen boyacıları, işçileri, çocukları… III. Selim büyük bir gümüş sini içinde parçalanmış kuzu, tavuk, çorba, börek, çeşitli mevsim sebzeleri, pilav, sütlü kremaya gömülürken; ekşi takımı adı verilen daha küçük bir tepside havyar, peynir, çeşitli meyvalar önüne getirilir. Bilmez ki Doğu’da Kaçar hanedanına bağlı ordunun Muş ve Hınıs’ı yağmalayıp bölgede yaşayan erkek çocukları hadım ettirdiğini. Başında perukası olmayan, gömleği yırtılmış, çenesinden kanlar damlayan adama bakar halk. Hafif bir tebessüm yanaklarından yayılır adamın.
Yumurtaları kırmadan, omlet yapılmaz!”
 Nefret yoktur halkına karşı ama gerçek damarlarında dolaşır doğduğundan beri. Kan kaybından iyice bitkinleşirken Fransa’nın markisi Sade serbest bırakılmıştır, Paris sokaklarında yalpalıyordur ve tarihin garip cilvesidir ki Prusya Krallığı fiilî livataya karşılık ölüm cezasını kaldırıyordur. Şüphesiz Osmanlı’daki ilk gazeteyi çıkaracak ekibin gündemine girmez bu haber. Şu haberi girmeliyiz der bir matbaa işçisi gazete sahiplerinden bir mösyöye: “III. Selim’in çevresindeki müzisyenlerden Vardakosta Ahmed Ağa vefat etmiştir.”  Ve hatta bu haberi de muhakkak girmeliyiz mösyö: “Nisan 1209’da Samsun’a gönderilen iki sönbekiye görevleri boyunca günde bir çift nan ve 100’er dirhem göşt Canik muhassıllığından verilmiştir.” 21 kişiyi taşıyan dört araba meydana doğru gelirken kafileye eşlik eden jandarmalar yolun iki yanında tarihe sövüp sayıyorlardır. Ve Fransa çocuklarına ağlıyordur. O çocuklar ki dünyanın tüm alanlarında onlardan vardır. Ölüm ki onların bazen adıdır bazen sanı. Ölüm, onun suratında bir tebessümdür oysa. Ölümün kokusunda biraz kaygı, biraz henüz olmamış olma, çiğ olma durumu, biraz da korkunun kokusunu hisseder o an.
Maalesef kaçınılmaz gerçeği dile getirmeliyim; ülkenin yaşaması için Louis'in ölmesi gerek.”
 İstanbul’daki Fransızca gazeteyi çıkaranların aklına ise şöyle bir haber hiçbir zaman gelmeyecektir: “İbrahim Müteferrika Matbaası kapandı. 66 yıllık serüven sona erdi. Bu 66 yıllık süre içerisinde matbaa 18 yıl fiilen çalışmış, 48 yıl kapalı kalmıştır. Matbaayı 10 yıl İbrahim Müteferrika’nın kendisi, 2 yıl yetiştirdiği İbrahim ve Ahmet Efendiler, 2 yıl ise Vâsıf ve Râşid Efendiler ortak olarak ve 4 yıl Râşid Efendi yalnız başına çalıştırmıştır. Matbaadaki araç gerecin ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.” Boynunda garip bir karıncalanma hisseder. Can dostlarının da benzer şekilde hissetmiş olduklarını düşünür, kahrolur ama belli etmez. Dünya üstüne geliyor gibidir. Kopenhag’daki Christian-borg Yangını’ndan kurtulup annesini arayan bir çocuk, 1794 İstanbul Depremi’nde göçük altında susuzluktan ölen bir yaşlı adam ki, aynı anda padişah falcısından yeni kehanetler beklemektedir ve diğer yandan yapıcılar, dünyayı omuzlarında taşıyan Atlaslar, Karadeniz Boğazı’ndaki kaleleri tamir eden işçiler, Pennsylvania’da alkollü içkilere getirilen vergiye isyan eden çiftçiler gözüne bakarlar çenesinden kan damlayan adamın. İndirilir adam arabadan. Kollarına girip sürüyerek götürürler alanın yüksekçe bölümüne.
Özellikle özgürlüğün düşmanları için sızlanan duyarlılık beni kuşkulandırır.”
 Yeni bir köleliğin tohumları atılmaya başlanırken Fransa’nın ilk cumhuriyeti tüm sömürgelerinde köleliği kaldırır. Tılsımlı bir koku yayılır her tarafa ve ölümün sessizliği. Binlerce yurttaş “tak” sesini yüreklerinin derinliklerinde duyar ve tarih akar gider parmaklarımızın arasından.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder