Hafriyatta Şeytanla Temas

Zeynep Yılmaz

“Betty “Sene ’98,” dedikten sonra bir an durdu, Behzat Ç.’yi alıcı gözle süzdü.”Hizmet içi eğitim kapsamında, başkomiserler arasında yapılan bir ankette,” diye devam etti,” Polis olmasaydınız ne olurdunuz sorusuna verdiğiniz yanıt: Katil olurdum. Savunmanız: ‘Hayatımda böyle saçma sapan anket görmedim.’ Kınama cezası, iki yıl kıdem tenzili…”
Emrah Serbes, Son Hafriyat

Christine Redfern: Artık daha iyiyim. Aslında keyfime bakmaya karar verdim. Burası öyle keyifli, öyle huzurlu, tüm şiddet ve beladan öyle uzak ki…
Hercule Poirot: Haklısınız hanımefendi; gökyüzü mavi, güneş parlıyor, ancak şeytanın her yerde olduğunu unutuyorsunuz.
Agatha Christie, Evil Under the Sun’dan çeviren: Burak Bahadır



“Her Temas İz Bırakır” Emrah Serbes’in ilk polisiyesi, benim de okuduğum nadir Türk polisiyelerinden. Kahramanların çoğu polis. Suçlular ve şüpheliler üzerinde fazla durulmamış. Arka kapağa bakarsak: ”Behzat Ç.'yi ve onun adalet duygusunu da rahatsız eden işler olabiliyor bazen hayatta... At izinin it izine karıştığı bir cinayet... Kim, niye öldürsün bu kızı? Hem niye bu şekilde? Siyaset karışmış desek?.. Garip... Öğrenci âlemine, başka âlemlere, ama asıl polis âlemine dikiz atan, entrikası bereketli bir polisiye...”. Behzat Ç. cinayet masasında baş komiser, yükselememesini her şeyden çok dik kafalılığına borçlu. Boşanmış, bir kızı var, gençliğinde amatör kümede futbol oynamış. Yeni yıl Behzat Ç. için ilk bakışta intihar, sonra örgüt içi hesaplaşma gibi görünen ama ipuçlarına göre ikisi de olmayan bir cinayetle başlıyor. Behzat Ç. ve ekibi bir taraftan olayı çözmeye çalışırken bir taraftan da polis dünyasının iç karmaşasıyla boğuşuyorlar.
Emrah Serbes polisiyeleri yorucu kitaplar. Aslında başkahramanı Behzat Ç. olan bir kitabın kolay olmasına, yıpratmamasına imkân yok. Ben Behzat Ç.’ye haksızlık ettim başlarda. “Her Temas İz Bırakır”ı okurken sağa sola geçirdiği kafalara rağmen sıkıcılıkta Agatha Christie’nin Miss Marple’ı ve Henning Mankell’in Kurt Wallander’i ile yarıştığını düşündüm. Kitap, türü temsil etmekten uzaktı, karakterin gerçekçiliğine lafım yoktu ama Behzat Ç. karizmadan nasibini almamıştı. O kadar kaçma kovalamaca, kavga dövüş, patlayan silahlar kitaba gerilim katmaya yetmiyordu. Kitabı güçlükle bitirdiğimde sonunu da beğenmedim.
Benim gibi rahatlamak için biraz polisiyeye ihtiyaç duyan bir insansanız ve tavsiye üzerine okuduğunuz bir polisiye sizi sıktığı için üzülmüşseniz yapacak tek bir şey var, yeni bir polisiyeye başlamak.  “Her Temas İz Bırakır” beni o kadar yordu ki kitabı bitirdiğim akşam rahatlamak için aynı adlı Christie romanından uyarlanan Nil’de Ölüm’ü (Death on Nile) izledim. Christie’nin ünlü dedektifi Hercule Poirot yumurta kafalı, konfor tutkunu, ukala, bıyıklarına aşırı düşkün,simetri hastası bir Belçikalı, kısacası sevilecek adam değil ama seviyorum işte! Christie bize her zamanki gibi sınırları oldukça dar bir dünya sunuyor, hikâye lüks bir yolcu gemisinde geçiyor. Hiçbir resmî ünvanı olmayan Poirot kontrolü ele alıyor, yine de çok güvendiği gri hücreleri ikinci bir cinayet işlenmeden ilk cinayeti çözmesini sağlayamıyor. Egzotik bir seyahat, hizmetçiler, kokteyl saatleri şeytanı kovmaya yetmiyor ama şeytan da İngiliz kibarlığından nasibini alıyor. Şüpheliler yani yolcular uysal, gri hücreleri sonunda işe yaradığında Poirot akşam yemeğinden sonra herkesin toplanmasını rica ettiğinde itiraz eden çıkmıyor.Nil’de Ölüm klasik bir Christie romanının hemen hemen tüm özelliklerini taşıyor.
Bu kadar sıkıntıdan sonra yeni bir Emrah Serbes polisiyesi okumak için oldukça geçerli bir nedenim oldu. “Her Temas İz Bırakır” hakkındaki fikirlerim arkadaşlarımdan tepki toplayınca ikinci kitabı da okuyup Çekmece’ye bir yazı yazmamın iyi olacağını düşündük. Böylece “Son Hafriyat”a başladım. Önce hakkını teslim edeyim, Behzat Ç. “Son Hafriyat”ta belki suskunluğundan, belki ısrarla bildiğini okumaya devam etmesinden ilk kitapta yoksun olduğu karizmayı fazlasıyla kazanıyor. “Son Hafriyat”ı sevince “Her Temas İz Bırakır” ı neden sevmediğimi bir daha düşündüm. Elimde olmadan ayrı bir yere koyduğum Alper Canıgüz’ün “Oğullar ve Rencide Ruhları”nı saymazsak, Peyami Safa’nın Cingöz Recai kitaplarından başka Türk polisiyesi okumamış bir insan olarak Serbes’e haksızlık ettiğime karar verdim. Bir kere kitaplar özgün, sonra Serbes’in eğlenceli bir üslubu var. “Her Temas İz Bırakır” benim için fazla gerçek bir kitap. Başta polisler olmak üzere tüm karakterler çok gerçek, yalnızca Şule gerçek olamayacak kadar güzel bir karakter. Behzat Ç. o kadar inadın altında kırık dökük, yapayalnız bir adam. Geçim sıkıntısı mı istersiniz, buruk bir aşk hikayesi mi yoksa bolca hayal kırıklığı mı, Behzat Ç.’de hepsi var. Bunun üzerine gerçek hayatta karşılaşılması hiç de olanaksız olmayan bir cinayetin, polis teşkilatının içindeki huzursuzlukların , bir de Ankara’nın vereceği  iç sıkıntısını ekleyin. “Son Hafriyat”ta ise katil Red Kit hikâyesi, kişiliği hatta icraatıyla ilk kitapta bana fazla gelen gerçekliğin önüne geçiyor, “Son Hafriyat”ta daha klasik bir polisiye havası veriyor. Tıpkı “Her Temas İz Bırakır” gibi “Son Hafriyat”ın da siyasî bir tarafı var. Bu kez siyasi meseleler daha az ama hikâyenin çok  kritik bir noktasında karşımıza çıkıyor.

Bu yazıda Christie’den bahsedilmesinin iki sebebi var. Birincisi polisiye denince çoğumuzun aklına gelen ilk yazarın Agatha Christie olması. İkincisi ve daha önemlisi “Her Temas İz Bırakır”ı sevmediğim için bana tepki gösteren bir arkadaşıma “Daha önce hiç polisiye okumamışsın, her şeyi bir kenara bırak hayatında tek bir Agatha Christie kitabı bile okumamış bir insanın polisiye konusundaki görüşlerini ciddiye alacak değilim.” demekte sakınca görmemiş olmam. Ben polisiyenin beni günlük kaygılarımdan uzaklaştırmasını, bana başka bir dünya ve o dünyaya ait kaygılar sunmasını seviyorum. “Her Temas İz Bırakır”, beni hayattan uzaklaştırmadı, ben de ilk anda aradığımı bulamamanın etkisiyle hayal kırıklığına uğradım. Ama düşününce Serbes’in yazması gereken tam olarak buymuş gibi geliyor. Serbes’in polisleri bu kadar güzel anlatabilmesi muhtemelen onlarla çok karşılaşmasından. Her ikisi de bize kendi dünyalarını yansıtıyorlar ama Christie’nin işi kolaydı, Serbes’inki değil. Serbes’in polisiyesi de, polisleri de iyi kurgunun yanında güçlü gözleme dayanıyor. Böyle gözlem yapabilmiş yazarın bize karizmatik dedektifler ya da siyasî tarafı olmayan bir hikâye sunmasını beklemenin anlamı da, gereği de yok. Bir noktada benim yaptığım da polisiyeyi ciddiye almayanların yaptığına benziyor, polisiyeden beklentilerim çok sınırlı. Oysa polisiyeye sadece okura iyi vakit geçirttiği için değil, hayatın ta kendisi olduğu, bize hep korktuğumuz şeytanın aslında insan olduğunu hatırlattığı için ihtiyacımız var. Emrah Serbes sadece bunu değil, eğlenceli üslûbuyla gözümüzün önündeki gerçeğe perde çekmeden bizi güldürmeyi de başarıyor. Ben polisiye okurken böyle güldüğümü hiç hatırlamıyorum, siz de gülmediyseniz AnKara polisiyelerine bir göz atın derim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder