Çıkarken

İnsanların bir bildikleri var. Hikâyeleri, dertleri, yorumları var. En beğenmediğinizi oturtun karşınıza, ağzı açık dinleyebileceğiniz, en az yarım saatlik bir meramı var. Küçük bir fırsat sunulsun yeter ki.
İşte biraz böyle başladık. Sonra dedik ki çok tüketiyoruz, biraz üretelim. Hız çağındaymışız, biraz yavaşlayalım. Topluca bir sıkılmışlık, bir tıkanma hali. Biraz gevşetelim dedik vidaları.
Gevşettik, pek güzel oldu.
Büyük iddialarımız yok ama küçük hedeflerimiz var.
Heyecanlıyız. İlk sayımız bu heyecanla çıktı. Eksik kalan çok şey oldu. Bazı şeyleri de fazla yaptık mı, henüz bilmiyoruz.
İleriki sayılarda film eleştirileri, kitap tanıtımları, etkinlik tavsiyeleri ve pek çok konu ile karşınızda olmayı hedefliyoruz.
İçeriğimizi zenginleştirmek isteyenlere kapımız sürekli açık.
Kervanın biraz da yolda dizileceğini umuyoruz.
Tüm yolculara,
Merhaba…


İnsana Yakın

Pınar Dursun

Tenefüs arasında yediğimiz çikolatanın, ağızdaki lekesine karışmış olan mutluluğu çok gördüler bize.. Her sene keyfekeder değişen sınavlar için çözmemiz gereken testleri, 5 dakikaya sığdırdığımız futbol maçlarına, ip atlamalara yeğlediler.. Zili duyar duymaz koşan çoşkumuzun ayağını incittiler.. İçimizdeki çocuğu çocukken öldürdüler..  Ürettiğimiz tek şey Adana, Bursa, Ceyhan, Diyarbakır ve Edirne oldu uzun yıllar.. Dolayısıyla, hissettiklerimizi ifade edebilme, yani fütursuzca üretebilme yetimizi de yaraladılar..

Özlemişim Seni

Tolga Kaya

Hep böyle oluyor be Zobo! Unutuyorum. Hayatın aslında ne kadar da vurdumduymaz; o kadar çabaya, mücadeleye değmeyen, soğuk bir adaleti olduğunu unutup gidiyorum. Diğer yağmur damlalarının arasına karışıyorum. Hepimiz biliyoruz düştüğümüzü, nereye gittiğini bilmeden boşlukta süzüldüğümüzü. Tekrar tekrar söylemeye ne gerek var ki? Başka türlü yaşanmıyor. Oysa bir kenarından tutunabilmek için hayata ne çok şeye katlanmamız, gözlerimizi kapamamız gerekiyor.

Sabah Sabah

Umut Gündüz

Odasına girer girmez hazırladığı kahve soğurken e-postalarını kontrol edip cevap verilmesi gerekenleri cevaplamıştı. İki elini, yeni uyanmış gibi sıkıp yukarıya kaldırarak uzun uzun vücudunu gerdikten sonra, kalkıp perdeyi ve pencereyi açtı. Döndü odaya şöyle bir baktı. Güneş ışığının odaya doluşmasıyla birlikte havada uçuşan toz zerreleri görünür olmuştu. Toz havuzunda iki geniş kahverengi masa, masaların ikisinde de birer bilgisayar, bir sürü kitap… Masaların hemen yanlarında duvarlara yapıştırılmış iki kitaplıkta çokça kitap, yüksek tavanda birisi çalışmayan iki floresan lamba.

Yazmalı mı Yazmamalı mı?

Didem Çınar

Tam da bir isim bulmuştum. Sadece ismi vardı. İsmi olunca cismini yaratmak daha kolay olur, hatta belki kendiliğinden gelir sanmıştım. İsmini koymak yıllardır yapmak istediğim şey için iyi bir başlangıçtı: Ütopyamı kaleme almak… Ütopyamı yazacaksam eğer, bu işin mihenk taşı olan Thomas More’un Ütopia’sını okumadan yazmamalıydım. Okudum ve okur okumaz ütopyamı kaleme almayı bir süreliğine erteledim.
Ütopia, Thomas More tarafından 1518 yılında yazılmış. Bir sohbet esnasında yeni dünyayı keşfetmek için yola çıkan bir gezginin ağzından Ütopia adlı bir ülke anlatılıyor. Eski dünyaya (Avrupa’ya) benzerliği çok az. O döneme göre oldukça radikal bir ülke Ütopia. Uzun uzadıya Ütopia’yı anlatmayacağım ya da yüzlerce yıl önce yazılmış, bilim kurgu rafında ararken felsefe rafında bulup aldığım bu kitabın eleştirisini de yap(a)mayacağım. Beni kendi ütopyamı yazmamdan alıkoyan nedeni paylaşacağım sadece.

Bilim ve Devrim: NEWTON

Kaya Tokmakçıoğlu

Marx, “Kapital”de görüngü ile öz arasında fark olmasaydı, bilimin kendisine gerek kalmazdı tespitinde bulunur. Bilimsel dünya görüşü bizlere yabancı bir kavram değil. Arkasındaki nice emeğin, çabanın varlığı; bugün insanı, dünyayı ve evreni daha rahat kavramamıza yardımcı oluyor. Kuşkusuz birikimli bir süreç bilim tarihinin kendisi ve bu süreçte baş rolü oynayan aktörler insanlık tarihine adlarını altın harflerle yazdırmışlar. Söz konusu Sir Isaac Newton olduğu zaman biraz durup düşünmemiz gerekiyor. Aynı anda fizikçi, matematikçi ve gökbilimci olan bir dehadan söz ediyoruz. Newton’da deha disiplinle buluştuğu için insan Tanrı’ya daha da yaklaşıyor, yaratıma ortak oluyor.

Çelişki ve Çözümü


Murat Engin Ünal

İnsan hayatta işe yarar birşeyler yapıyor olmayı istemez mi? Peki işini yaparken zevk almak istemez mi? Saatlerce uğraşsa bile gocunmayacağı, ertesi gün gene hem de tutkuyla yapmak isteyeceği bir çalışma alanı tüm akademisyenlerin rüyası değil mi? Ben de hem zevk alabileceğim hem  de kendimce anlamlı bulduğum işler yapmak istiyorum. Ancak bir türlü işin içinden çıkmıyorum. İşte sebepleri...
İTÜ Endüstri Mühendisliği öğrencisi olarak beynime kazınmış bir yaklaşım var: çekme sistemi ve yalınlık. Bunların akademik hayata yansıması şudur: bir çalışmaya başlamak için yegâne tetikleyici, bir problemin varlığı olmalıdır. Burada problem talebi, çalışma da arzı teşkil etmektedir. Çekme sistemi de arzın talebi takip etmesi gerektiğini söyler. Yalınlık ise problemleri çözmek için basit sistemler kurulması gerektiğidir. İki kavram da ne yazık ki benim akademide yapmak istediklerimle artık örtüşmüyor.