Kadında Cisimleşen Kavga: Leylâ Erbil

Kaya Tokmakçıoğlu

‘Kadın’ kavramının toplumsal zeminden yazınsal ortama taşınmasında bir toplumun yaşadığı siyasal ve sosyo-kültürel dönüşümler çok önemli bir etkiye sahiptir. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nda kadının toplum hayatından tamamıyla dışlanmış olup ev içine hapsedilmiş olması kadının yüzyıllar boyu yazınsal ortamda sesinin duyulmasını engellemiştir. Resmi tarih her ne kadar ilk kadın romancımızın Fatma Aliye olduğunu söylese de ta Pir Sultanlar zamanından yazma ve okunma uğraşı içinde olup boynu tez vurulan, yazdıkları yakılan, kırbaçlanan onlarca kadın yazar olduğunu biliyoruz.
Osmanlı’nın Son Döneminde Yazında Kadın
Osmanlı'yı modernleştirme hamlesinde roman sanatına eğitici, ilerletici bir araç rolü biçilmiştir. Ancak bu dönem modernleşmesinin hedefi ne siyasal ne kurumsal yapılardır. Tanzimat dönemi yazarları doğu-batı farklılığını kadın-erkek ilişkilerinde aramışlar, üzerinde durdukları konular ise aşk, evlilik, cariyelik, sonrasında cinsellik ile sınırlı kalmıştır. Bununla birlikte kadın yazarlar da Osmanlı’dan miras kalan erkek egemen ideolojiden radikal biçimde kopamamışlardır. Örneğin, bu dönem ortaya konulan yapıtlarda erkekler suçlanmaz, cariyelik kurumu eleştirilse de fatura onları alıp satan, haremlerine kapatan erkeklere değil -belki de cinsel kimliklerini gizlemedikleri ve temiz aile kadınlarına farklı bir seçenek oluşturdukları için- cariyelere kesilir. Masum genç kızın düşmanı ya toplumsal koşullar ya bizzat -ahlakça düşük- bir hemcinsidir.

19. yüzyılla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecine girmesinin sonucu olarak Jön Türkler ile başlayıp İttihat ve Terakki ile devam eden ve 20. yüzyılda kemalist iktidarda cisimleşen ulus yaratma süreci kadınlara da göreceli olarak toplumsal hayatta ve bunun bir yansıması olarak yazında daha fazla yer vermeye başlar. Cumhuriyet dönemi ile birlikte kadın yazarların yapıtlarında iki temel unsur (Selma Rıza’nın “Uhuvvet” ve Fatma Aliye’nin “Muhazarat” romanlarından miras kalmışçasına) görülmeye başlar. Bu, hem alt sınıfların hem de cinselliğin yıkıcılığına duyulan inançtır. 20. yüzyıl ile birlikte cariyelerin cinselliğinin karşısına, saygın kadının cinsellikten yoksun sadakati konur. Örneğin, Halide Edip evlilik dışı birlikteliğe mutlu sonlar biçmez ve Kurtuluş Savaşı ile birlikte siyasallaştıkça erkek yazarların yolunu izler; topluma örnek olacak kadın tipleri üzerinde yoğunlaşır ve “Ateşten Gömlek”ten tutun “Sinekli Bakkal”a kadar hep aynı kadın tipini işler. Bununla birlikte Cumhuriyet ideolojisini toplumsal bilincin en derinlerine kadar işlemek düşüncesi ile girişilen yazın atılımı karşılığını kadın yazarların kaleminden çıkan aşk romanlarında bulur. Halide Nusret Zorlutuna’dan, Mükerrem Kamil Su’ya; Peride Celal’den, Kerime Nadir’e; Cahit Uçuk’tan, Mebrure Koray’a kadar kadın yazarların öne çıktığı ilk dönem aşk romanlarında ağırlık, olumlu aydın genç kız tipinde ve “modern” Türk kadınının toplumsal yapıda yerini almakta kararlılığını sergileyen anlatılardadır.
Ayrıksı Bir Konuma Sahip Kadın Yazar: Leylâ Erbil
Yazınımızda kadınların toplumsal yaşamdaki yerinin farklı bir düzleme oturtulması ve radikal bir özgürlük anlayışının ortaya çıkması ise ‘60’lı yılların devrimci hareketiyle eş zamanlıdır. ‘50’ kuşağı öykücülerine dahil edilebilecek ve ilk öykü kitabı “Hallaç” 1961’de yayımlanan Leylâ Erbil de Türk yazınında bir kadın yazar olarak çok önemli ve özgün bir yere sahiptir. Bu özgünlüğün temel nedenlerinden biri Erbil’in bir söyleşide de belirttiği üzere özellikle erkek yazarlara ait yapıtlarda, erkeğin kadına aşık olmasının kadına biçilen en önemli rol olarak görüldüğüne dair düşüncesidir.1 Bunun dışında Erbil’i Türk yazın tarihi açısından biricik kılan bir başka nokta da romanlarında toplumsal işbölümü içinde yazarlık mesleğini ve sorunlarını kadınlar açısından değerlendirmesidir. Romanlarda ortaya çıkan toplumsal yapıya göre yazın dünyasında yer alan kadınlar cinsiyetleri nedeniyle erkek egemen yazın dünyasından dışlanmaktadırlar. Toplumun yerleşik ahlâk değerlerine uyum sağlayamayan bu kadınlar sadece erkekler tarafından değil geleneksel kadınlık rolünü benimsemiş kadınlar tarafından da “öteki” olarak görülürler. Örneğin, edebiyatçı kimlikleriyle dikkat çeken Tuhaf Bir Kadın’daki Nermin; Karanlığın Günü’ndeki Nesli, Asiye ve İkbal; Mektup Aşkları’ndaki Jale, Ferhunde ve Sacide ve Cüce’deki Zenîme bu ulama (kategori) dahil edilebilir.
Çok Yönlü Kadın Karakterler
Tuhaf Bir Kadın’ın Nermin’i aydın bir kadın olarak onaylanmak isteyen genç bir şairdir. Nermin, annesinin baskılarından, toplumdaki haksızlıklardan, ancak “şiire sığınarak” kaçmaya çalışır. Ancak içinde yaşadığı toplumun yazın dünyasında da erkekler egemendir ve bu nedenle Nermin, şiirlerini bazı erkek sanatçılara okumak ve onların beğenisini kazanmak ister. Ancak tıpkı Lambo meyhanesindeki erkek edebiyatçıların düşündüğü gibi Taşlıtarlalı kadınlar da Nermin’in cinsel nedenlerden ötürü erkeklerle aynı ortamda bulunmak istediğini düşünürler.
Leylâ Erbil’in ikinci romanı Karanlığın Günü’ndeki Asiye, bir yazar olarak yükselmek için maddî gücünü, İkbal kadınlığını kullanır; Nesli ise çok satmak, ünlenmek gibi kaygıları olmayan bir yazardır. Roman, Nesli’nin, kocası işe gittikten sonra, koltuğunda oturduğu yerden, balkon kapısının camına yansıyanları anlatmasıyla başlar ve yine aynı koltukta anlattıklarıyla sona erer. Böylelikle Erbil, kadının kımıltısızlığının toplumun geriliği ve baskılarından beslendiğini ima eder. Bu da kadının onu mutsuz eden eşinden ve öteki engellerden kurtulamayacağını, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini, sadece düşünceyle var olabileceğini anlamasından kaynaklanır. Nesli, roman boyunca bir koltukta konumlandırılarak ataerkil toplumda fazla bir özgürlük alanı bırakılmayan kadının durumuna işaret eder.
Mektup Aşkları’nda Jale, Ferhunde ve Sacide, çok okuyan, şiir yazan ve toplumun geleneksel ahlâk değerlerine karşı çıkan genç kızlardır. Üçü de şair veya yazar olma peşindedir. Ancak içinde yaşadıkları toplumun yerleşik ahlâk değerleri ve din baskıları, bu kızların şairlik ve yazarlık ülkülerini gerçekleştirmeleri için uygun değildir. Nitekim Sacide Amerika’ya yerleşerek, Ferhunde, kendisinden 16 yaş büyük olan Sunuhi Bey’le evlenmeye karar vererek, devrimci geçinen Jale ise kendisine âşık olan erkekler arasında en aciz olarak gördüğü Ahmet’i seçip onunla evlenerek yazın yaşamına veda ederler.
Leylâ Erbil, son romanı Cüce’de, yazarlık mesleğini ve sorunlarını, ataerkil bir toplumda kadın yazarın “öteki” olarak konumlandırılmasını, kendi yazarlık tavrından izler taşıyan Zenîme Hanım aracılığıyla dile getirir. Ataerkil bir toplumda kadın yazarın “öteki”lik durumuna işaret etmesi bakımından, romanın baş kişisi için seçilen isim de rastlantısal değildir. Nitekim Zenîme hiçbir kavme ait olmayan anlamını taşır. Zenîme’nin hem içinde yaşadığı topluma, hem de kendisine karşı duyduğu yabancılaşma, kadın yazarın “öteki” olarak konumunu açığa çıkarır. İçinde yaşadığı ve evine kapanarak yaşamaya çalıştığı dünya ise erkekler dünyasıdır. Tek komşusu “Hatçabla” ve köpeği Kaban’ın ölümünden sonra Zenîme Hanım yalnızlığa daha fazla dayanamayarak gazetecileri arar ve onlarla görüşmek istediğini söyler. Zenîme’nin görüştüğü, fotoğraf çektirdiği ve üstelik seviştiği gazeteci, aslında medyanın, toplum düzeninin ve bu düzene uyum sağlamış dalkavuk insanların bir temsilcisidir. Yıllardır kaçtığı medyaya evinin kapılarını açan ve Cüce’yle sevişen Zenîme sonunda intihar eder. Bu intiharın Zenîme’nin topluma uyum sağlayamaması sonucunda gerçekleşmesi, birey ile toplum arasındaki ilişki bozukluğu ve çatışmalardan kaynaklanan bir intihar olduğunu düşündürür.
Çağdaş Türk Yazınının Yüz Akı
Ataerkil toplumda kadın-erkek eşitsizliği, kadının ikincil konumu, cinsel tabular, din ve ahlak kavramları altında kadınlık sorgusu, modern ve geleneksel değer yargılarında kadına bakış açısı, cinsel özgürlük ve kadına uygulanan şiddet, aydın kadın kavramının toplumdaki sınıfsal değerlendirmesi; Erbil’in ‘kadın’ sorunsalına yaklaşımındaki temel ölçütlerdir. Romanlarında ataerkil düzenin sanat çevresinde de var olduğu bir ortamda yazar kimlikleriyle dikkat çeken kadınlar, daha entelektüel bir görüşle kadın sorunlarına eğilirken, geleneksel kadın modelini devam ettirenler ise erkek egemenliğini kabullenişleriyle yazarın eleştirisine maruz kalırlar. Toplumsal yaşam biçimine, değişmeyen değer yargılarına, aile, evlilik ve cinsellik gibi dokunulmazlığı olan konulara eleştirel bakış açısıyla yaklaşan Erbil, bireylerin kişisel yabancılaşmalarını ve burjuva ahlakının değer yargılarını ironik bir söylemle ifade eder. Kadınların, toplumsal düzlemde başlayarak kişiliklerine kadar uzanan yabancılaşmayı kapitalizmin nesnel gerçekliğine dayandırarak anlatmayı hedefler. Bu bağlamda çağdaş Türk yazınının yüz akıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder