Algıda Doğallık

Pınar Dursun

Neredeyse sesi duyulacak kadar hızlı çarpıyordu kalbi.. Bir yandan sus diye fısıldıyordu içindeki şımarığa, sevgilisi fark ederse çok utanacaktı, biliyordu.. Yine de kıpkırmızı oldu.. Bir yandan da onu bu kadar heyecanlandıran şeyin ne olduğunu düşünüyordu gözlerini gözlerinden çekmeden.. Daha önceki ilişkilerinde eksik olan şey tam da buydu işte.. Ama... Ama bir yandan da çok  zor bir mücadelenin içine girdiğinin farkındaydı.. Düşünceleri birbiriyle kavga ederek uzaklaştı zihninden.. Ve yaklaştı usulca, yanağından öptü.. Dudaklarında sevgilisinin yeni çıkmaya başlayan sakallarının sertliğini hissetti.. Daha önceki sevgililerinin yaptığı serzenişler geldi aklına.. Tıraş olduktan sonra, kendi yanağına dokunan dudakların aldığı şekli aldı onun dudakları da.. Sevgilisi yeni tıraş olmuştu..




Son zamanlarda yaşanan haksızlıklara, hızla artan eşitsizliklere karşı direniş gücünün artması ya da kişisel olarak bende arttığı hissiyatı yaratması, akla insan hak ve özgürlüklerinin hangi alanlarda, hangi samimiyet derecesinde sorgulandığı sorusunu getiriyor. Güvencesiz bir şekilde çalışmaya zorlanan insanlar, işlerinden hızla çıkarılan işçiler, yaşadıkları ya da yaşayacakları psikolojik sorunlar bir tarafa, sadece yoksulluk nedeniyle bile arzu ettikleri hayatı elde edemeyecekler, biliyoruz. Ve sokaklara dökülüyoruz, hepimizi tehdit eden ve ivmesi artan bu değişime, dönüşüme karşı. Peki bizi yoksun bırakan başka eşitsizlikler hakkında ne düşünüyoruz? Çoğunluğun tercihlerine uymayan kişisel tercihlerimizi yaşayamamamızın mahrumiyetini nasıl dile getiriyoruz? Eksikliği bizi fiziksel anlamda aç bırakmayacak ama tüm yaşamımızı çölleştirebilecek olan özgürlüklerimizin gaspı kimlerden sorulacak?
Buraya kadar giriş niteliğinde yazdıklarımın sebebi, milattan önceki uygarlıklarda kabul görüldüğü bilinen ve bugün dünyadaki oranı hızla artan, tarih boyunca ürettikleri ile dünyanın gelişimine katkıları olmuş bir çok önemli kişinin de yönelimi olan eşcinselliğin, ülkemizde eğitimli ya da eğitimsiz büyük çoğunluk tarafından hastalık olarak algılanmasına duyduğum endişedir. Hastalık denilince insan hayatını zora sokan, organlarının veya tüm sisteminin çalışmasını engelleyen bir fonksiyon bozukluğu akla gelmez mi? Hangi eşcinsel eşcinselliği nedeniyle yataklara düşmüştür ya da ölmüştür? Çoğunluk tarafından kabul gören cinsel kimliğe sahip olsunlar diye maruz kaldıkları tedaviler bir tür müdahale değil midir? “Peki psikiyatrik bir hastalık mıdır?” diye yükselen sorular için, bu konuda yapılan çalışmalara göz atmak ufkumuzu açabilir. Örneğin Amerikan Psikiyatri Birliğinin ilk kez 1950’lerde yayımladığı Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın (DSM) yakın zamanda yayımlanan 4. sayısında eşcinsellik bir davranış bozukluğu olarak kabul edilmemektedir. “Ama doğal değildir, yani insan doğasına aykırıdır” söylemi ise karşılaştığım en yaygın savunmadır. Bu noktada da doğal olanın ne olduğunu sorgulamamız gerektiğini düşünmekteyim. Evet nedir doğal olan? Karşılaşabileceğimiz tanımlar arasında “doğada olan”, “insan eli değmemiş, kendiliğinden olan”, “koşullara ayak uydurabilen, doğa kurallarına uygun” bulunmaktadır. İlk tanımı ele alırsak, daha önce de belirttiğim gibi yüz yıllardır var olan bir şeyin doğada olmadığını söyleyemeyiz. İkinci tanım için ise şu soru akla gelmektedir: Doktor eli değerek heteroseksüelleştirilen bir kişi artık ne kadar doğaldır? Koşullara ayak uydurmak ve kurallara uymak konusunda ise eşcinsellerin yaşamlarını zora sokan en büyük şeyin maruz kaldıkları fiziksel ve psikolojik şiddet olduğunu söylemek yerindedir. Yani, koşullar çevrenin uyguladığı bu şiddet nedeniyle ayak uydurulamayacak hale gelmektedir. Zira tercihleri nedeniyle yaşamlarına son verilen ya da ölümü tercih eden insanların haberlerini okumayanımız yoktur. Biraz daha genişletecek olursak “Neslini sürdüremiyor olmaları doğal olmadıklarını göstermez mi?” soruları ile karşılaşmak mümkündür. Bu durum doğal olmamakla eş ise, koşullara ayak uyduramayarak neslini sürdüremeyen bu nedenle doğal olmayan bir canlının doğa tarafından üretilmesi bir çelişki değil midir? Üreyemedikleri için nesli tükenen canlılar doğal değiller miydi? Doğurganlığı olmayan ya da doğurmayı tercih etmeyen bir insana da doğal değildir diyebilir miyiz? İşin psikolojik yanını da biraz daha açacak olursak, kişilerin tercihleri için onlara doğal ya da doğal değildir diyebilir miyiz? İçgüdünün yapay olanı var mıdır? Kişinin duyguları karşı cinste değil hemcinsinde aşka, sevgiye dönüşüyorsa bu duruma yapay, kusurlu mu demeliyiz?
Değinmek istediğim bir diğer nokta ise ataerkil toplumlarda, erkeklerin eşcinselliğinin daha fazla tepki görmesidir. Hegemonya sahibinin erkek olduğu bir yerde bunun reddedilerek ‘ezilen’ tarafa geçmenin tercih edilmesi ne yazık ki daha sert reddedilmektedir. Çünkü bu toplumlarda var olan algı tarafından kadın güçsüzdür, erkeğe bağımlıdır, korunması gerekmektedir ve istenildiğinde hor görülür. Dolayısıyla bence asıl psikolojik sorun olan homofobi toplumsal dinamikler tarafından tetiklenmiyor mudur?
Eğer bu gibi sorgulamalar, algımızın sınırlarının samimiyetle genişlemesine biraz olsun katkıda bulunursa belki çözümler de üremeye başlar. Bu umudu taşıdığımı belirterek, daha bir çok açıdan ele alınabilecek olan bu konuda söyleyeceklerimi burada sonlandırıyorum. Düşünmeye ve sorgulamaya ise devam edelim diyorum.
Eksik olan bu heyecandı.. İlk kez hissetiği aşktı.. Ama bu ülkede algılanan ve dayatılan aşkın  kalıbı ruhuna dar geliyordu.. Farkındaydı.. 

Resim: Pınar Dursun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder