Karanlığın İçinden Yükselirken

Öner Temur - İsmail Çeçen

 Sisten göz gözü görmüyordu. Yüreğinde yanan ateşin üstüne soğuk gözyaşı damlaları düşü-yordu. İlginçti, üşümüyordu. Böyle devam edebilirdi. Bu durum ona, tuhaf bir keyif de vermiyor değildi. Ama nasıl kurtulacağını bilmesi gerekiyordu, zira fark etmesi gereken mesaj buydu. Bu ikilemler düzleminde feryatlarla dolu yüreği, beyninin kölesi olan ayaklarına hükmedemiyordu. Fütursuzca mı hareket etmeliydi bilemiyordu.              - Ayaklarım, dedi. Beynimin hükümdarlığını devrediyorum size, nereye gittiğinizi sormayın bana.
Ayaklar yola koyuldu. Adımlarının aceleciliği dışarıdan bakanlar için yağmurdandı, kendine göre ise o kendinden kaçıyordu. Kendini aramıştı çoğu zaman ve sonunda bulmuştu da. Her şeyin tam olmadığı yarım yamalak bir yaşamda en azından kendi tam olmalıydı. Ama hayır olmamıştı, o da yarım kalmıştı… Çaresiz, umarsızca yürüyordu yollarda, varacağı yeri bilmiyordu ve bu yüzdendi gittiği yerin öneminin olmayışı.



Cıızzzzz cıızzzzz cıızzzzz... Yüreğine düşen gözyaşlarının çıkardığı seslerdi bunlar. Deli yüreği yaşama sevinciyle doluydu her daim. Ama hayat tiyatro oyununun bu perdesine son vermişti ve yüzüne hüzün maskesini takmıştı. Tüm bu çıkarımlara dair hissettiği yoğunluk, bilmediği bir hana götürmüştü onu. Zamanda bir yolculuk muydu bu? “Hey hancıııııı!” nidaları duyuyordu. Siyah trençkotu sırılsıklam olmuştu. Yüzündeki damlalar yoğun mum ışıkları altında ışıldıyor, tanıdık tanımadık tertemiz bir kişilik müjdeliyordu. Aradığı belki yanıbaşındaydı.
- Hey dostum, nasılsın? diye söze başladı yabancı. O ise içindeki sisin bulanıklığına inat görmediği ve sadece duyduğu şeyin huzuruna inanarak cevap verdi:
- Sisliyim ya sen?
 Yabancı şaşırmıştı:
- Nasıl yani?
Gözyaşlarıyla, kalbinin sesini ve sisin nasıl oluştuğunu anlattı ona. Yabancı, söze girerek:
- Bugüne kadar hiçbir sis baki kalmamıştır dost. Sen yeter ki rüzgârı bul, onunla dağıt bu karanlık bulutu, demişti.
Kendisi için zor bir soruyla başlayan konu yönünü umuda çevirmiş bir şekilde yol alıyordu. Yabancının dedikleri bir dost eli gibi sırtını sıvazlamıştı ve içi ısınmıştı. Sis perdesi dağılıyordu ve içinde bir rüzgâr başlamıştı.
Yüreğinin arkasından esen rüzgârın dokunuşlarına bırakmıştı tembel ruhunu. Nedense konuşmaktan nefret ediyordu. Herhangi bir şey üstüne çalışmaktan da. Yabancının söylediği aslında hep bildiği şeylerdi. Çoğu kez avuntu maksadıyla başkalarına söylediği kendi söylemleriydi ama iyi gelmişti. Bazen bildiklerinin birileri tarafından hatırlanması gerekiyor-du. Neyse, bunlarla ilgilenemezdi. Kendine anlamlı anlamsız çıkar bir yol bulmuştu ve peşinden gitmeliydi bunun. Onu yüceltecek şeyler toplamalıydı heybesine, lâzım oldukça aklının yollarına dökeceği. Ve altını çizmeliydi bildiği ama yeniden fark ettiği her yolun.
Aslında yolunu kaybetmemek için geçtiği yollara kırıntılar dökmüştü. Büyüklüğünden mi bilinmez unutkanlıktan çürüt-müştü. Gölgesinde ölen çocuklar gibi çabuk geçiyor zaman ve her an zamana yenik düşer gibiydi.
Sonra doğru olanın ne olursa olsun direnmek olduğunu hatırladı ve aklına şu söz geldi: “Uçurtmalar rüzgâr kuvvetiyle değil o kuvvete karşı uçtukları için yükselirler”. İçinde esen rüzgâra kendini bırakmanın özgüveniyle yükseli-yordu artık. Varacağı yerden de korkmuyordu çünkü korktuğu her şey küçülmeye başlamıştı. Yükse-liyordu, çünkü bir uçurtmaydı o…



Fotoğraf: Öner Temur


1 yorum:

  1. Bu ikilemler düzleminde feryatlarla dolu yüreği, beyninin kölesi olan ayaklarına hükmedemiyordu. Fütursuzca mı hareket etmeliydi bilemiyordu. - Ayaklarım, dedi. Beynimin hükümdarlığını devrediyorum size, nereye gittiğinizi sormayın bana.
    VE DE Zamanda bir yolculuk muydu bu? “Hey hancıııııı!” nidaları duyuyordu. Siyah trençkotu sırılsıklam olmuştu. Yüzündeki damlalar yoğun mum ışıkları altında ışıldıyor, tanıdık tanımadık tertemiz bir kişilik müjdeliyordu. Aradığı belki yanıbaşındaydı.
    bu sözcüklerdeki ahenk ve akenksizlik harika bir tezatlık yeni bir postmodern yazar doğuyor bence Paul Auster tadını his ettim doğrusu TEBRİKLER İSMAİL..

    YanıtlaSil