Beyaz Yakalı Yabancılaşma

Ayşe Orbay Kaya

 Elime kağıt kalem alıp yazmayalı ne kadar çok zaman oldu. Eskiden neden yazardım, yazmayı neden severdim, hiç bir fikrim yok şu anda. Ama herhalde her yazının ortak noktası yazarının yalnız olması. Ben de şu anda Beşiktaş'ta, iskeleye yakın bir büfede yalnız oturmak ve otuz dakikadan fazla süre geçirmek zorundayım. Yıllardır hayal ettiğim bir durum aslında.
Ümraniye'de bir binanın zemin katında kısılı kalmış dakikaları sayarken hep Beşiktaş'ta olmayı düşledim. Yıllarca... Önce o binanın dışında olmayı, sonra Beşiktaş’ta olmayı, sonra Beşik-taş’ta deniz kenarında çay içiyor olmayı. Hayat, şanslı bir azınlık dışında, hiç tanımadığın insanlar arasında bir binada tıkılı kalmayı zorunlu kılıyor. Eğer eğitim hayatında yeteri kadar acı çekmiş ve ayrıcalık kazanmışsan, en fazla bir binadan çıkıp diğerinde hapsolmayı seçme özgürlüğünü elde ediyorsun.


Onlarca insanla beraber hap-solmayı… Hepsi bilgisayarlarının başında önemli işler yapan ama  hiç biri nihai amaçlarının farkında olmayan onlarca insan. Kendilerini çok önemli hissediyorlar ama çarkın hangi dişlisi olduklarının bile farkında değiller. Dün kendilerine gösterilen yol, yarın-kinin tam tersi olabilir ama ne önemi var. Onlar yolun sonunu gören birkaç kişiden değiller. Yolun sonunu görenlerin bile pek azı o yola neden girildiğini biliyor.
İşte böyle, tanımadığın, başka şartlarda belki de selam bile vermek istemeyeceğin insanlarla, hayatta en çok kıymet verdik-lerinden fazla vakit geçiriyorsun. Zaman içinde o insanlarla konuşacak daha fazla konu oluyor. Bir an geliyor, asla paylaşma-yacağını düşündüğün özel konuları konuşur oluyorsunuz. Ve bunların hepsi o kadar doğal bir halde gelişiyor ki ne sen şaşırmayı akıl edebiliyorsun, ne de zaten başka bir alternatifin oluyor. Senin kaderin oluveriyor her şey. Gülümsemelerini, sabrını cömert-çe harcıyorsun onların yanında. Enerjin o binada tükeniveriyor. Onların hatalarını, pisliklerini, kabalıklarını kahramanca göğüs-leyip, bir de üzerine "yabancılara" karşı onlarla birleşip “ortak bir ruh" taşır hale geliyorsun. Enerjin tükeniyor. Sonra sen tükeniyorsun.
Akşam en sevdiklerinin yanına geldiğinde, tüm bunları aşmış bir kahraman olarak karşılanmamak tabii ki doğal, gündelik hayat hapishanesinde. Çünkü herkes kendi esaretinden kaçıp gelmiş. Üstelik tüketilen enerji, sabır, anlayış, güç… Aslında bunları en çok hak edenler karşısında artık yoklar. Kendine dönüş başka bir biçim alıyor ve iyice kendin olmaktan çıkıyorsun. Yapmak istediklerini güzelce paketleyip kaldırmışsın ama paylaşmak istediklerin de bir yerlere kaçışıyor ve gizleniyorlar. Bütün gün tüketilen her şey bir vicdan azabı olup beynini kemiriyor. İçinde bütün gün gizlediğin sevgi, mutlu olma isteği bu kemirgenlere rastlıyor, kurban gidiyor. Bir kısmına sarılıp korumaya çalışıyorsun. Yarın mutlaka! Ertelemelerle yatıştırmaya çalışıyorsun vahşeti. Bütün gün yaşadığın özlem gözlerine vurmuş ama hiçbir şeyle baş edecek gücün kalmamış ki. İşte orada sen de isyan ediyorsun. Ben böyle ister miyim? Haykırmaya başlıyorsun: "Ben böyle biri değilim ki!” “O kadar çok seviyorum ki”. Ağzından dökülebilen sadece: “İyi geceler aşkım”.   
-Bir çay alabilir miyim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder