İş

Sel Yoldaş
“Abla hazır mısın?” diyen sesi duyduğunda, kapının girişindeki ayakkabılığın birkaç yerinden çatlamış aynasında üstünü düzeltiyordu. Yıllardır düğünlerden başka yerde giymediği için hâlâ ilk alındığı günkü gibi duran siyah hırkasını giymiş, eşarbını çenesinin altından bağlamıştı. Ayakkabılarını geceden boyamış böylece “Eh idare eder” şekline getirmişti. Ayakkabısını giydi, çantasını koluna taktı, sağ ayağıyla çıktı eşikten. Ardından kapıya çıkan kızının “Anama bak anama!” sözünü duydu. “Kapıyı tanımadığın kimseye açma, dolapta yemek var! Az az ısıt, hepsini birden ısıtırsan bozulur” diye tembihledi kızını, daha da devam edecekti ki Nurhayat, “Abla geç kalıyoruz. Sanki gurbete gidiyorsun. Koca kız o ne yapacağını bilir” diye çekiştirdi kolundan.

- Nurhayat bu iş nasıl bir iş hele bir de?
- Abla benim temizliğe gittiğim ev var ya işte orada çalışacaksın.
- Kız sen zaten çalışıyorsun, bi de beni ne yapacaklar?
- Zenginin işi biter mi abla? İş bitse bile iş çıkarırlar.
- Eeee?
- Abla bunların bir köpee var günde üç-dört sefer dışarıya çıkarıp gezdireceksin.
- O nasıl köpekmiş öyle?
- Boşver, kulak asma sen. Gezdir getir işine gelmezse çıkarsın!
- Kız belki kısmetimiz it gezdirmeylen açılır. Bunca sene kendimi gezdirdim bir şey olmadı.
Durağa vardılar. Otobüs geldi, sıkış tıkış bindiler otobüse. Kalabalıkta biri yeni boyadığı ayakkabılarına bastıysa da bir şey demedi. Otobüsten inip çalışacağı eve doğru yürüdüler. Hiç bilmediği sokaklardı buralar. Bahçeli geniş evler… Bahçelerinde süs havuzları, çardaklar, renk renk çiçekler… Önünden geçtiği her eve hayranlıkla bakıyordu, içinden “Hiç bizim oralara benzemiyor” dedi. Nurhayat, “Abla hiç bizim oralara benzemiyor diyon değil mi? Ben de ilk gördüğümde böyle dediydim, alıştım sonra. İçindekiler adam olsun. Bak benim hanım iyidir, ara sıra bağırır ama iyidir” dedi. Ayten evlerin güzelliğine dalıp gitmişti, söylenenleri duyup duymadığını belirten hiçbir tepki vermedi.
Önünden geçtiklerine benzeyen güzel bir evin önünde durdular. “Abla ev burası, yalnız biz ön kapıdan girmiyoruz” dedi ve evlerin arasındaki küçük bir araya doğru yürüdüler. Burası sokaktan görülmeyen kör bir cephedeydi. Küçük bir kapıyı açıp, çimenlerin arasına döşenmiş taşlara basarak alt kata inen dar merdivene yürüdüler. Nurhayat yılların verdiği rahatlıkla pardösüsünü astı portmantoya, hâlâ kapının önünde çekinerek duran Ayten ablasını içeriye aldı, mutfağa bitişik bir odaya geçip oturdular. Ayten otobüste basılmaktan kirlenmiş ayakkabısını eliyle silerek az da olsa parlattı. Alışkın olmadığı bir yerdeydi, terlediğini hissetti, çenesinin altından bağladığı eşarbını çözdü omzuna attı. Nurhayat, “Müsaadenle abla ben bir bakayım uygunsa seni götüreyim hanımın yanına konuşun” diyerek çıktı odadan. Yalnız kaldığı anda daha da arttı terlemesi. Avuçlarının içi terden ıslanmıştı, hırkasına silecek oldu kıyamadı hırkaya; sağa sola bakındı, koltuğun kenarına siliverdi elini. Saatler geçmiş gibiydi. Odaya girecek birisinin “Ne işin var senin burada, kimsin sen?” diyeceği korkusunu duyuyordu. Öyle bir soru sorulsa, “Köpeği gezdirecekmişim ben” cevabı ağzından çıkmazdı.
Nurhayat odaya girdiğinde ablasını bu tedirgin hâlde buldu. Öteki sevindi Nurhayat’ı görünce, “Nerdesin kız attın beni buraya çektin gittin” diyebildi. Mahallede olsalardı bağırır çağırırdı ama burada Nurhayat gözünde büyümüş kocaman olmuştu. “Abla hanımla konuştum ben. İlk başta mırın kırın etti olmazlandı. Ben dedim hemen; nasıl yapamaz? Aslan gibi kadın, dedim.  ‘Eh bir bakalım Prens de severse neden olmasın’ dedi. Başı ağrıyormuş öğleden sonra konuşacak senlen. Gidelim köpeği alalım. Ben senlen sahilin girişine kadar gelirim. Sahilde bir o tarafa bir bu tarafa gezdirirsin bir saat geçer gider gelirsin buraya. Yalnız abla köpek bokunu yaparsa, küçük torbalar var onlarla alırsın poşete koyarsın”. “Ne dedin kız, hele bir daha de. Köpeen bokunu toplayacağım ha! Vay başıma…!” “Yapma be abla köyde de fışkıyı süpürmüyor muyduk ahırdan, varsay yine öyle.” “Ayten koltuğa çöktü. Köpek gezdirmek neyse de bir de bokunu toplamak… Çaresizliğin ağır bastığını duydu içinde. “Köyde fışkı süpürmek ha! Kurban olsunlar köyün fışkısına” dedi içinden. Nurhayat, “Hadi abla” dediğinde istemeden de olsa kalktı koltuktan. Kapının önündeki portmantodaki aynadan kendine baktı. Yıllardır düğünlerde giydiği eşarbı, hırkasıyla it gezdirecekti.
Elinde köpekle geldi Nurhayat; irice bir köpekti, yüzünde garip bir ifade vardı köpeğin. Tasmayı Ayten’e uzatırken “Abla Prens bu. Tasmasını sıkı tut, aman ha abla başka köpekleri yanaştırma yanına” dedi. Köpek kadını birkaç kez kokladı, önünde durdu ve hızlı hızlı solumaya başladı. Ayten tasmayı şöyle bir çekti ve köpeğin gücünü tarttı. Köpek öne doğru abanınca dengesini kaybedecekti neredeyse. “Boş bulundum” dedi. Evin arkasından geçip sahile uzanan merdivenlerin başına geldiler. “Abla bak sahil evden görünür. Şöyle güzel bir gezdir ki hanım beğensin” dedi. Merdivenlerden acemice inen ablasını izledi (virgülü kaldırdım) içinden “Alışacaksın abla ben pek mi meraklıydım el âlemin tuvaletini yıkamaya alıştım işte… Alışacaksın” dedi.
Merdivenlerden inince sahil boyunca uzanan geniş parka girdiler. Birkaç yaşlı üstlerinde eşofmanlarıyla ağır bir tempoyla koşuyorlardı. Birileri köpek gezdiriyordu kendisi gibi. Bunların köpeklerin sahibi mi yoksa çalışanları mı olduğunu anlayamadı. Köpek tasmasından çekmeseydi öylece durup ilk kez gördüğü bu sahneye uzun uzun bakacaktı. Köpek ilk önüne çıkan ağacı kokladı sonra uzun uzun işedi, sonra soluya soluya yürümeye başladı. Uzaktan bakıldığında bu zayıf ve küçük kadının köpeği değil, köpeğin bu zayıf ve küçük kadını gezdirdiği kolayca anlaşılırdı… Kadın birkaç dakika sonra biraz daha rahatlamıştı. Sahilden esen rüzgâr serinletmişti bedenini, köpeğin sakin duruşunun da rahatlamasında etkisi olmuştu. Bir yandan köpeği gezdirirken bir yandan da çevresini izliyordu. Salıncakta sallanan toraman bir oğlan çocuğuna takıldı gözü. Salıncağı iten kadının üstüne başına baktığında, “Bakıcıdır bu garip de” dedi. “Acaba kendi çocuğu var mıdır? Varsa da getirip bu toraman oğlan gibi bir sefer sallamış mıdır?”
Yürümeye dalmıştı. Geriye dönüp baktığında epey bir mesafe gittiğini gördü. Köpeği tasmasından çekip geldikleri merdivenlere doğru döndürmeye çalıştı, köpek ilk anda direndiyse de sonra boyun eğdi ve geriye döndü. “Rahat iş” diye düşünmeye başladı. “Günde böyle üç-beş gezdiririm ne var ki? Hem bana da hareket olur... Deniz havası da iyi geldi. İnsan kendini buranın adamı sanıyor… Arada kızı da getiririm izin verirlerse. Temiz hava alır fukaracık. Ne çok sevinir. Yok, kızı getirmem… Eğer iyi bir maaş verirlerse! Ne para verirler acaba? Kızı seneye ortaokula yazdırırım, okusun fukaracık. Arkadaşları okuldan gelirken nasıl da seyreder camın arkasından. Üzülürüm diye hiçbir şey söylemez. İçli yavrum benim…”
Yarım saat kadar önce kadınla köpeğin indiği merdivenlerden bir kedi indi. Boz renkliydi, bir gözü kördü. Merdivenlerden çekine çekine inmişti sanki. Belki de buraya ait olmadığının farkındaydı. Merdivenlerden indikten sonra hızlandırdı yürüyüşünü. Tedirgin tedirgin çevresini izliyordu. Çalıların arasına girdi çıktı, girdi çıktı. Sahibi tarafından gezdirilen bir köpek kediyi gördü, birden havlayarak kediye doğru koşmaya çalıştı, sahibi tasmasından çekip durdurdu köpeği. Kedi kendisine yönelen bu tehlikeyi gördüğü anda zikzak çizerek kaçmaya başladı. Gezintideki birkaç köpek daha havlayarak koşmaya çalıştılarsa da sahipleri tarafından durduruldular. Kadın gezdirdiği köpeğin de birden hareketlendiğini, havlayan köpeklere eşlik ederek tok bir sesle havladığını görünce iki eliyle asıldı tasmaya. Kedi zikzaklar çizerek onlara doğru koşuyordu, köpeği fark edince birden önündeki ağaca tırmandı. Köpek, tasmasına iki eliyle yapışmış kadına rağmen ilerlemeye başladı. Hızla soluk alıp veriyor, hırlıyordu. Kadın tasmayı bırakmamak için direniyordu. Gerilmişti kolları, zayıf ellerinin damarları iyice dışarıya fırlamıştı. Yüzünde çaresiz bir ifadeyle sağına soluna baktı. Köpek, kedinin tırmandığı ağaca doğru hamle yapınca ayağı kaydı düştü çimenlerin üzerine, tasmayı bırakmıyordu. Ayağa kalkmaya çalışınca köpek bir kez daha asıldı tasmaya, kadın sürüklendi biraz. Tasmanın tokası ellerini kesti bıraktı tasmayı. Köpek ağaca doğru koştu. Ağacın etrafında birkaç tur attı, ön ayaklarını ağaca yaslayarak hırlamaya başladı. Kedinin sağlam olan gözü parlıyordu. Kasları gerilmiş, pençeleri açılmış, tırnakları dışarıya fırlamıştı. Kesik kesik miyavlıyordu. Kamburlaştırdığı sırtıyla köpeğe iri görünmeye çalışıyordu. Kedi savaşmak, hayatta kalmak için tüm bedenini hazırlamıştı.
Kadın yerden kalktı üstü başı çamur içindeydi, sürüklenirken başındaki eşarp çıkmıştı ama bunu fark bile etmedi. Yıllarca giymeye kıyamadığı eşarbı çamurun içinde bir paçavra gibi duruyordu. Hırkasının sol kolu sökülmüştü, tasmayı tutan avuç içleri alev alev yanıyordu. Ağacın yanına gidip asıldı tasmaya. Köpek ağaçtan biraz da olsa açılınca kedi atladı ağaçtan ve hızla koşup çalıların arasına girdi. Köpek havlayarak kedinin peşinden gitmek istediyse de beklemediği anda kadının küfür ederek beline vurduğu tekmeyle durdu. Gergin gergin salladığı kuyruğunu indirdi. Kedi çoktan kaybolmuştu. Kadın ağlamamak için zor duruyordu. Gözleri dolmuştu. Derin bir nefes aldı, “Allah!” dedi. Köpeğin tasmasından sıkıca tutarak merdivenlere yöneldi. Artık aklındaki tek düşünce bir an önce köpeği götürmekti. Elini yüzünü yıkayıp bir su içse rahatlayacaktı biraz da.
İnerken çok kısa gelen merdivenler şimdi uzamıştı sanki. Zorlanarak çıktı. Köpek sakin hâline dönmüştü. Kadın merdivenlerden çıkarken birkaç yerde korkuluklara yaslanarak dinlendi. Yorula dinlene merdivenlerden çıktılar. Evin olduğu araya girecekken karşıdan telaşla gelen Nurhayat’ı gördü. Yüreğinde bir sıcaklık hissetti. “Yaşananları görmüş, karşılamaya geliyor. Ciğerli kızdır dayanamaz ablasına” dedi içinden. “Abla sen ne yapmışsın öyle?” dediğinde üstünün başının hâlini sorduğunu sandı. Tam olayı anlatacaktı ki “Abla hiç köpeğe vurulur mu? Hanım camdan görmüş, çığlık çığlığa bağırıyordu ‘Köpeği öldürecek, yabani!’ diye. Ne diyeceğimi şaşırdım hanıma.” Ayten öylece kaldı elinde tasmayla, konuşmak için ağzını açtıysa da hiçbir ses çıkmadı boğazından. “Abla ver tasmayı” dedi ve aldı elinden tasmayı “Hanım, nereden buldun o yabaniyi diye bana da kızdı. ‘Sakın eve gelmesin’ dedi ve bu parayı verdi bir günlük paranmış. İyidir benim hanım artık yüzümü eğer gider senin namına bir özür dilerim kendinden” diye sürdürdü konuşmasını. Ayten tek bir şey söylese ağlayacaktı… “Abla bu yol doğruca otobüs durağına gider, ben akşama uğrarım sana” dedi, parayı kadının avucuna sıkıştırıp eve doğru döndü.  Kadın yoldan otobüs durağına doğru birkaç adım attı. Önünden geçtiği vitrin camından yansımasına baktı. Başında eşarbı yoktu. Çamur lekeleriyle dolu hırkasının sol kolu sökülmüştü, karmakarışıktı saçları… Elinde sımsıkı tuttuğu günlük yevmiye-si vardı. “Köpeği öldürecek yabani!” sözü hâlâ kulağında çınlıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder