Bin Lira

Nilüfer Çifçi
Körfez Otel’in sahibi Avni Sarıbaş bir yandan küfürlerin binini bir paraya savuruyor bir yandan da sigarasını sömürücesine içiyordu. Sıcaktan ama ziyadesiyle sıkıntıdan, gömleğin düğmelerini çözmeye dahi erinmiş, öylece soyup asmıştı. Kapısında boncuklu sineklik asılı odasında bulmacayla boğuşurken aynı zamanda elemanların burnundan getirmeyi ihmal etmiyordu.

- Lan oğlum Şakir. Neydi şu eklemlerde şişmeye neden olan ağrılı hastalık.
- Valla çıkaramadım Avni Abi
- Şu zengin hastalığı
- Abi, yoksul kısmın hastalığı olsa bilirdik: verem, kolera. Ama zenginlerin hasta olmasına bile hiç aklım ermezken.
- Yürü lan zibidi, veremden ölüyor olsan sanki anlayacaksın. Yürü git kapıyı süpür. Halit’e de söyle kasaptan biraz bonfile biraz da haşlama için et alsın.
- Abi, yine küfretcen ama
- Ettirmeyin o zaman, Halit yine işleri savsaklayıp Mehtap’a mı takıldı? Kıracağım boynunu görecek hergele.
- Yok be Avni Abi, kasap çırağını yolladıydı sabah, borcumuz epey yığılmış. Para getirmeden et almaya uğramayalımmış.
Şakir bunu ilettiği gibi arazi oldu doğal olarak. Avni Abisi yakası açılmadık küfürleri, akla hayale gelmedik doğaçlamalarla kasaba ve yedi ceddine okumakla meşguldü.
Kriz çıktı çıkalı Mordoğan sakata bindi. İş yok güç yok. Müşterinin köküne kibrit suyu indi sanki. Dükkânları çıraklar bekliyor, ustalar da akşama kadar kahvede pineklemekle meşgul. Terzi Salih sabah uğradı, ağlıyor. Üç gündür bir paça dahi kıvırmadan siftahsız kapatıyorum diyor. Hakeza balıkçısından kasabına, manavından tamircisine herkesin eli böğründe. Tarihin en eski mesleğini icra eden Mehtap Abla bile işler kesat dediğine göre, Allah hayır etsin sonumuzu. Buradan Midilli’ye sen istediğin küfrü sırala. Herkes haklı ama alacakları yok.
Avni Sarıbaş, gazeteyi fırlatıp yere attı. Alacak vereceklerini kaydettiği, kırmızı deri kapağına yaldızlı harflerle “İzmir hatırası” işlenmiş ciltli defterini çekmeceden çıkardı. Geçen sene kapıdan geçen bir çerçiden edindiği yakın gözlüğünü takıp, burnuna kadar indirdi. Defteri rahmetli babası oteli oğluna devrettiğinde, buradaki güzel anılarını yazması için hediye etmişti. Yıllarca yazmayı erteledi Avni Sarıbaş. Hele şu üst katı çıkayım, inşaatta harcın kirecin içinde olmuyor dedi. Sonra şu mutfağı yeniden yaptırıp fırınlar kurdurayım öyle dedi. Sonra sıra dış cephenin elden geçirilmesine derken yıllar birbirini kovaladı durdu. En sonunda da defteri alacak verecek defteri yapmaya karar verdi.
En acil kasaba ödeme yapması gerekiyordu. Vergiler de yaklaşıyordu. Sonra çocuklara bu hafta yevmiye veremediğini hatırladı. Mehtap’ın epey borcu birikmişti. N’apsın kriz onu da vurdu. Yakasına mı yapışsın. Hem şimdiye kadar borcunu günü gününe ödemişken, üstelik kimi uzun gecelerde borcuna dahi saymadan koynuna almışlığı varken. Bir o ödese işler bir haftalığına yoluna giriverecekti. Sonrası da Allah kerim. Hay ben böyle işin içine diye söylenip dururken Şakir elinde çayla belirdi.
- Abi bırakıyorum.
Avni Sarıbaş’tan tık yok. “Ölecek mi anasını satayım, bari haftalıkları dağıtıp öyle gebereydi, küfürcü p…..”
Baktım patronun durumu işkilli, adam kayıt masasının karşısındaki duvara gözünü dikmiş. Duvarda gemi dümenleri asılı. Havalı olsun diye bir çuval para ödeyip marangoza yaptırmıştık, tinerle ispirtoyla sile sile eski orijinal havası verdikti. Şimdi haftalık diye bunları bize okutmasın? Yok be ne düşünüyorum ben de.
Şakir oyalanmasına bahane olsun diye yerdeki gazeteyi topladı, bulmaca üste gelecek şekilde katlayıp Avni Sarıbaş’ın önüne bıraktı.
- Abi, kapıyı süpürdüm.
- Git havuzu temizle o zaman!
Hay tüküreyim kafama, Avni’nin derdi seni mi gerdi. İyi oluyor işte sana.
Avni Sarıbaş bir yandan çekmecesinden çıkardığı kanyağı kafasına dikiyor, bir yandan da kırmızı kaplı defterinin boş bir sayfasına çöpten adamlar yapıp sonra da yanına darağacı ekliyordu. Kapının girişindeki çan sesinden bir gelen olduğunu fark etti. Fuayeye aynayı öyle bir yerleştirmişti ki gireni odadaki masasından görebiliyordu. Adamın kafasında fötr şapka, dizlerine dek inen siyah trençkotuyla buralı gibi gözükmüyordu. Bir de elinde bond çantayla Humphrey Bogart’ın tıpkısının aynısı. Yalnız artiste de turiste de benzemiyor. “Aman Avni, müşteri işte bir haftadır kapıyı çalan yok, boşa kürek çekmekten imanın gevredi,” diye iç geçirdi. Avni askıdan gömleğini aldı. İyi ki düğmelerini çözmeden öyle çıkarmış. Tişört gibi geçiriverdi kafasından. Oldu bitti.
Adam Avni Sarıbaş’ın olduğu odaya -kapıda “register” yazılı olana- yöneldi. Soğuk gri gözlerini bizimkine dikerek:
- İyi günler bayim. Adım Smith, Adam Smith. NATO’nun bu donem calişmalari icin geldim. İşim bu akşam bitebilir, üc gün uzayıbilir de. Ama bu civar oteler hep doli. Ben işi birakmak istemiyor şansa. Şimdi, üc gün icin rezervasyon yaptırmak istiyor. Parasını ben peşin verecek. Fakat bir şart var: Saat 6 da gelecek ben, işim uzarsa kalacak.
Avni Sarıbaş dikkatle dinliyordu. Ancak içinden ne diyor bu Amerikalı diye küfretmeyi de ihmal etmedi.
- Ama yok işim uzamamışsa ben parayı geri alacak. Okey mi?
Denize düşen Amerikalıya sarılırmış.
Okey hemşerim okey. Eğer altıyı geçirecek sen, o zaman parayı vermeyecek ben. Bu da Okey mi?
- Okey.
- Kimlik hemşerim, register için
Sen İngilizce öğretmeni Sami Beyin oğlu ol, eşekliğinden tek kelime öğrenme, yuh olsun benim gibi keresteye. Adam hemen algıladı ve bond çantasından bir NATO kimliği çıkardı. Avni Sarıbaş bir şeyler çiziktirip adamın kimliğini geri verdi. İki gözüyle adamın cüzdanına uzanan elini takip ediyordu. Adam pazarlık yapmadan söküldü, bin papeli. Gözü de bulmacada.
- Gut hastaligi
- Pardon anlamadı ben
- Bulmaca, ben de merakli. Ağrili eklem hastaligi: Gut. Benim annede de var.
Anası verem olacak değil ya. Ama müşteriye teşekkür etti tabii. Adam Smith gözlerini kırpıştırarak Avni Sarıbaş’ın anlamadığı bir şeyler söyleyerek ayrıldı.
Şakir fırla, der demez kapının dibinde belirdi çocuk. İşi öğreniyor para kokusunu aldı ya hergele. Herife iş buyursan memeden kesilmiş çocuk gibi mızıldanır.
- Al şu bin kâğıdı, kasap Hilmi’ye götür, borcu kapat.
Şakir ağzı kulaklarında, fırladığı gibi soluğu kasabın yanında aldı. Elbette memnun oldu kasap Hilmi. İşlerin bu kesatlığında bin lira bir şişe soğuk bira gibi geldi. Ve geldiği gibi de gitti. “Kaç zamandır meyhaneye olan borcum kabardı. Boğa Burhan selamımı almıyor konuşurken burnundan dumanlar çıkarıyor. Köroğlu da evde başımın etini ayrı yiyor: perdeler eleğe döndü, yok oğlana gömlek lazım diye. Bizim köylü Seyho filozof adammış yahu. Akıllılık edip evlenmedi. Adını meczuba çıkardılar ama olsun. Bir gün sordum neden evlenmedin Seyho diye: kadın kısmı mintan ister, tuman ister, içlik ister. Ne kendimi üzerim ne elin kızını. El âlem gibi deli miyim?  Dedi. Vallahi de billahi de asıl Seyho’nun kafası çalışıyormuş. Gel gör ki geç öğrendik anasını satayım. İyisi mi kaçacak deliğimiz olsun. Gidip şu Boğanın borcunu kapatalım. Akşam da şöyle iki kadeh atıp, kendimize gelelim.”
Kasap Hilmi meyhaneyle evinin olduğu mahalleye kıvrılan kavşağa yaklaştığında iç hesaplaşmasını çoktan tamamlamıştı. Gidip meyhane borcunu kapatacaktı. Parası olmadığı zaman gidip iki tek atacak yüzü olsun. Biraz da boğanın gönlünü almak maksadıyla özellikle kendisi gitti.
Meyhanelerin olduğu tekke sokağa vardığında adımlarını sıklaştırdı. Daha saat üç ya var ya yoktu. Bu saatte, meyhane sokağında görünmek istemedi. Meyhanenin sokağa olan cephesi tümden sağırdı. İçeride âlemler dönse kazanlarla içki içilse kapısı kapandığında, pirinç topuzu, bülbül şakımasını andıran kapı ziliyle meyhane olduğu ayırdına varamazsınız. Tek sorun Boğa’ya katlanmak; işte o ayrı meseleydi. Onun dışında mezesi, fasıl müziğiyle bütün gamı kasaveti alıp götürüyordu adamdan.
Kasap Hilmi zile uzun uzun basarken bir yandan da mırıldanıyordu:
Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde
Bülbül sesi var şarkıların nağmelerinde
Heyt beee. İçeri girdiğinde doğrudan asma kata davrandı. Boğa’nın makamının akordeon kapısını aralarken yolda diline pelesenk olan şarkıyı söylüyordu hâlâ. Camdan bakınca yazın kullanılan arka bahçenin temizlendiğini, piramit şeklindeki bahçe lambaları yerleştirildiğini gördü. Kasap Hilmi bahçeyi üst kattan seyrederken ne kadar isabetli bir karar verdiği konusunda kendisini bir kez daha takdir etti. Boğa’da ses seda yok. Ne bir buyur otur ne de akşam bahçeye gel. Kasap işin tadını çıkarmadan parayı çıkarıp önemsiz bir işi tamamlıyor edasıyla:
- Alacakları toparladım, sana da borcum biraz birikmiş
diye iki parmağının ucuyla elinin kirinden kurtulurcasına Boğa’nın önüne yığıverdi on tane yüzlüğü. Boğa anında çark ediyor. Kasap, Boğanın yanlış yaptığı için kendi kendine küfrü bastığından emin. Havuza yakın masayı kendisi için ayırtarak ayrılıyor meyhaneden.
Boğa’nın huysuzluğunun bir nedeni veresiyenin epeydir birikmesinden. Asıl nedeni ise Mehtap’ın iki haftadır posta koymasından. Bir aydır ne bir hediye ne şöyle iki üç günlük kaçamak tatil. Eee O da haklı. Gidip bir bilezik alayım, dur dur Mehtap’ı da çağırayım ki hem kendi beğensin hem de gönlü olsun. Bunu iyi akıl ettim.
Boğa, Mehtap’ı alıp getirmesi için yarma Kazım’ı çağırdı. “Abimin sürprizi varmış de,” diye iyi bir tembihledi. Kendisi de sıcak bir gece geçireceğinin hayaliyle canlandı, aşağıda çalışan tesisatçılara bile yardım etti.
********
Bu arada Avni Sarıbaş parayı -Amerikalının geri gelebileceğini hesaplamadan- dağıttığından, rahatlama duygusu yerini sıkıntılı bir karın ağrısına bırakmıştı. Saati on dakika ileri almayı bile aklına getirdi. “Yok, bu da kanı bozukluk olur. Ne diyeceğim adama, Mehtap’tan alacağım var, bu gece O’na takıl denmez, bir daha geldiğinde kal dese adam haklı olarak kabul etmeyebilir. Bir de polisi çağırırsa: Hem Amerikalı hem de NATO’dan b… yediğimizin aynen resmi. Durumu Mehtap’a nazikçe anlatıp borç mu istesek vardır bu karının altını bileziği bir şeyleri. Borç versin. Sezon on güne kalmaz patlar. Bu krizde de nah patlar ya. Yaparım aynen gramıyla. Sanki acelesi vardı kasabın. Cehennem zebanisi. Sabah sabah kafa mı bıraktı adamda. Götürüp yamadık parayı. Sabır fesüpanallah”
- Şakiiir.
- Buyur Avni Abi.
- Nerde Mehtap Karısı?
- Boğa çağırdı galiba, yarma Kazım götürdü biraz önce.
- Al işte şimdi b… yedik.
- Abi bir isteğin
- Ben çağırmadan ortalıkta gözükme
“Teres adam ne olacak, sinirli olduğunda çemkirmese olmaz. Öküz, çekmemiş Sami Amca’ya”
Saat beşi geçiyordu, Avni Sarıbaş kanyağı çoktan okumuş, bir de Güzel Marmara açmıştı. Boşa koysa dolmuyor, doluya koysa almıyordu. Önce Amerikalıyı öldürsem, sonra da kendimi olmaz. Bin lira için pisipisine ölmeye değmez ama Amerikalı yardırır buraları. Arazi olsam; yine bulurlar ayının inine girsem bile bulurlar. Kurtuluş yok kaderimiz neyse boyun eğeceğiz. Tüm olasılıklar kafasından ışık hızıyla dönüp durduğu sırada çan sesiyle irkildi. Ama hayır. Gelen Mehtap’tı.
- Abi, sana borcum bini geçiyordu ama biraz daha idare ediver.
- Ne demek, ne demek. Cennetlik hatunsun vallahi de billahi de.
- Abi çarpılcan ayol, gidip hazırlanmam lâzım bu akşam davetliyim de,
- Tamam, sultanım, tamam gözümün nuru.
Avni Sarıbaş rahat bir nefes aldı. “Amerikalı üç gün kalsa, şöyle iyi bir hizmet, bir iki arkadaşını da getirse. Heriflerde para yığılı ya pazarlık bile etmiyorlar.” Karın ağrısı yerini tatlı tatlı hayallere bırakmıştı ki, kapı çanı tekrar duyuldu. Sinekliği eliyle aralayıp içeriye girdiğinde ikisi de aynı anda deniz kabukları yerleştirilmiş büfedeki masa saatine baktılar. Saat beş otuzdu. Amerikalı işlerini tamamlayıp gece yarısı uçağına yer bulabildiğini söyledi. Yani bin lirayı uçlanma zamanı. Avni çıkarıp parasını iade etti. Kayıt defterinden adını silerken ismini bir kez daha okuduğunda, sanki daha önceden bu ismi duymuş gibi bir hisse kapıldı. Ama açık etmedi.
- IMF
- Anlamadım
- Uluslararasi para foninin kısaltması, bulmaca
- Haa, okey, thank you
- Görüşmek dilegimle
Amerikalı geldi bin lira bıraktı, akşam da aldı gitti parasını. Ama herkesin herkese borcu ödenmişti. Ya da kimsenin kimseye borcu yoktu. Nasıl düşünürseniz kabul.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder