Mutluluk

Sel Yoldaş Akar

Boran, sabah güneşinin ısıtmaya başladığı sokağa çıkmak için ne-şeyle evden çıktı. Annesi  “Oğlum uzaklara gitme kapının önünde oy-na” diye seslendiğinde, bahçe kapısını açıyordu, arkasına baktı, cevap vermek yerine gülümsedi. Gözleri, oyun oynamaya giden tüm çocukların gözleri gibi pırıl pırıldı. Oyun oynamaya daldığında açlığını, susuzluğunu unutur, zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı bile.
Dışarı çıktı, evlerinin bahçesindeki ağacın gölgesinin vurduğu kaldırıma oturdu. Küçük bir erik ağacıydı, Boran doğduğu sene dikmişlerdi ağacı. Ağaç büyümek için Boran’ı beklememişti.  Dayısı, “Bak ağaç senden hızlı büyüdü sen az yemek yiyorsun çok yesen sen de ağaç gibi hızlı büyürsün” dedi. Boran ağacın kendisinden hızlı büyümesini kıskansa da mayıs ayından sonra olgunlaşan meyvelerini yemeyi çok seviyordu. Çevredeki birçok evin bahçesindeki ağaçlar kesilmiş, gecekondular yıkılmış yerine çok katlı evler yapılmıştı. “Baba biz bu ağacı kesmeyelim hiç, hem bizim evimiz çok güzel” diyordu bazen. Babası kucağına aldığı oğlunun saçlarını okşarken gülümsüyordu.
Oturduğu kaldırımdan kalkıp karşı kaldırıma oturdu, o sırada komşularının kendinden birkaç yaş büyük oğlu Hüseyin geldi. “Erikler oluyor biraz daha büyüsün dalarız” dedi. İki çocuk yan yana oturup ağacın meyvelerine baktılar, hangi dalda daha çok erik olduğunu ve bu sene geçen seneden daha çok erik olup olmayacağını konuştular. Ayağa kalkıp yürümeye başladıklarında bir kaç çocuk daha katıldı aralarına. Neşeli kahkahaları sokakta çınlıyordu. Evlerin arasında kalmış boş arsaya doğru koştular.
Dokuztaş mı yakalamaç mı? Hangisini oynayacaklarını tartışıyorlarken mahalleye yeni taşınan Veli geldi. Elinde yepyeni bir futbol topu vardı. Arsanın kenarındaki duvara topu atıp tutuyordu. Boran Veli’nin yanına gidip “Ne güzel top! Gelsene maç yapalım” dedi. Veli yeni taşındıkları bu mahallenin daha önce oturdukları yerlere benzemediğini biliyordu. Babası “Oğlum bak sakın sokaktaki çocuklara katılma, hem biz bu mahallede çok kalmayacağız. Bu çocuklar başka çocuklar” demişti. Veli Boran’a bakıp “Yok ya ne diye oynayacağım yepyeni topum eskir” dedi elindeki topu duvara atıp tutmayı sürdürürken. Hüseyin “Gel buraya, ne yapacağız onun topunu” diyerek Boran’ı çağırdı. Boran, hâlâ ne oynayacağına karar verememiş çocuk kalabalığına karıştı. Sonra oynamaya daldı ve unuttu her şeyi.
Eve döndüğünde neredeyse akşam oluyordu, annesine sarıldı. Annesi elini oğlunun tişörtünün altına sokup, “Oğlum yine su gibi olmuşsun” dedi. Oğlunun terli giysisini çıkarıp giysiyle terini sildi ve yeni bir tişört giydirdi. Akşam dayısı geldi. Boran çok seviyordu dayısını. O çok küçükken hapishaneye görmeye gitmişti dayısını. Dayısının bir sürü arkadaşı vardı hapishanede, hepsi de Boran’ı sevmişti... “Boran gel bakalım neler yaptın bugün?” diye sordu dayısı. Boran bir solukta oynadığı oyunları, erik ağacının büyüyen meyvelerini anlattı, sonra Veli’nin topu olduğunu ama onları oynatmadığını, kendisini sadece duvara atıp tuttuğunu söyledi. Dayısının kızmasını istiyordu Veli’ye hem onun babası dayısının arkadaşlarına bağırmıştı afiş yapıyorlar diye. Hüseyin’in babası da “Önüne gelene ev veriyorlar mahallenin haline bak” diye Veli’nin babasına bağırmıştı. Dayısı Boran’ı dizlerine oturttu ve konuşmaya başladı “Yazık ya çocuğa ne kadar bencil yetiştirmişler. Sakın kızmayın o çocuğa suçu yok ki, hiçbir şey öğretmemişler ona kendi bencilliklerinden başka, o da sizin gibi küçücük daha kim bilir ne kadar üzülmüştür siz de hep birlikte oynarken sizi izlediği zaman”. Boran dayısının söylediği sözleri duyunca Veli’ye olan kızgınlığı geçmişti, hatta kızgınlığın yerini üzüntü almıştı. “Çok mu güzeldi topu?” diye sordu dayısı. Boran “Gerçek futbol topuymuş” diye yanıtladı. “Ben de alırım sana bir tane oynarsınız hep birlikte”. “Dayı sen bir sürü balık tutuyorsun ama hep komşulara dağıtıyorsun, hepsini satsan bir sürü paran olur” dedi Boran. “Ama bak balık verdiğim insanlar mutlu oluyorlar, mutluluk paradan daha değerlidir. Hem bak erik ağacı da senin ağacın ama erikler olduğu zaman sen de arkadaşlarınla birlikte yiyorsun. Paylaşmak satmaktan daha güzel değil mi?”. Boran dayısının kendisiyle büyük bir insanla konuşuyormuş gibi konuşmasını çok seviyordu. Büyünce ben de balık tutacağım ve dağıtacağım hem o zamana kadar erik ağacı da kocaman olur ve bir sürü erik verir o erikleri de dağıtırım balıkların yanında, diye düşünüyordu. Dayısının pek çok arkadaşı vardı mahallede herkesin yardımına koşuyorlardı kimine iş buluyor kiminin eşyalarını taşımasına yardım ediyorlardı. Bazen dayısının arkadaşlarından bir tanesi kayboluyordu ortalıktan. Boran sorduğunda “İçeride” diyorlardı. Bazen “İçeriden” küçük kartlar yolluyorlardı Boran’a. Boran okumayı öğrendiğinde üstlerindeki “Görüldü” damgasını okumuştu.
Boran o sabah ayrı bir neşeyle çıktı sokağa koltuğunun altında dayısının aldığı yepyeni futbol topu vardı. Kaldırıma oturup olgunlaşan eriklere baktı. Hüseyin çıktı köşeden ve “Atsana topu” dedi. Boran topu fırlattı, Hüseyin ayağının altında durdurdu topu, sonra eline aldı yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Boran dayısının “Mutluluk paradan daha değerlidir” sözünü hatırladı. Arsaya doğru koştular, bir sürü çocuk daha katıldı aralarına. Mutluluk çocuk yüzlerinde dalgalanan ve Devrim yazan duvardan dönüp arsaya akan kocaman bir bayrak gibiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder