Beklerken

Umut Gündüz

 Öğle sıcağı henüz yatışmadı. Yanlışlıkla yola düşen ihtiyarlar 10-15 adımda bir durup sığınacak bir serinlik arıyorlar. Yol kenarlarında belli belirsiz bir asfalt kokusu, otobüs durağında annesinin kucağında ağlayan çocukların hıçkırıklarına karışıyor. Sıcaktan gevşemiş, sersemlemiş şehir ayağa kalkıp bir oh çekmek için ikindi esintisini, mesai bitimini, okulların dağılmasını bekliyor.
Sokaklarında sebzecilerin çıplak sesle bağırdığı mahallerin birinde, bir apartman dairesinde, vantilatörün tıkırtısına dalıp uyumuş Yusuf’un burnuna bir karasinek konuyor. Uyanıyor. Omzu tutulmuş. “Telefon gelmiş midir acaba” diye düşünüyor. Saate bakıyor, on bir buçuk. “Gelse duyardım” diye düşünüp pencereye yürüyor. Karşı balkonda emekli ihtiyar dondurma şemsiyesinin altında ayaklarını balkonun demirlerine dayamış radyo dinliyor. Ellerini kaldırıp sessizce selamlaşıyorlar.

Yusuf askerden döndükten sonra iş ilanlarını her gün takip edip düzenli başvurular yaptı. Yarısı reddettiğini bildirdi, diğer yarısından cevap bekliyor. Telefon edip başvurunuz kabul edildi, gelin görüşelim” diyebilecek olanlar işyerlerinden çıkmadan, Yusuf da evden çıkmıyor.
Daha doğrusu çıkmıyordu. Artık çıkabiliyor.
Komşuya misafirliğe gidenlerin, belki bir telefon gelir diye kendi ev telefonlarını komşununkine yönlendirdiği zamanlardı. Ailelerin çoğu birbirlerine gittiğinden, akşam saatlerinde şehrin evlerin yarısından çoğu boş olurdu. Öyle ki, iki-üç ailenin birleştiği evlerde telefon çaldığında, “acaba hangimize” diye bir küçük tedirginlik yaşanırdı. Tepside balıklar gibi halının üzerine dizilmiş uyuyan çocuklar sırtlanıp yola düşüldüğünde, diğer evlerden çıkan misafirlerle karşılaşanlar sonraki akşamın planını yaparlardı. Bu merasimdeki saik sohbet ve misafirperverlik miydi yoksa ikram edilecek çay ve leblebinin yükü müydü pek bilinemese de ahalinin ağırlamaktan çok misafir olmayı sevdiği hissediliyordu.
Kim tarafından hissediliyordu? Çocuklar tarafından. Neden? Birkaç nedeni olabilir, ama konumuz bu değil. Konumuz Yusuf.
İşte Yusuf, bu misafir çılgınlığı döneminde keşfetti telefon yönlendirmenin faydalarını. Mahalledeki parka yerleştirilen telefon kulübesinin üzerindeki numaranın ne işe yaradığını anlayamamışlardı ilk başta. Sonradan da kimse anlayamadı. Sadece Yusuf kullandı bu numarayı. Her sabah kahvaltıdan sonra ev telefonunu, parkın telefonuna yönlendirip çıkıyor Yusuf. Telefon kulübesine yakın bir banka oturuyor, bekliyor. Telefon bekliyor, bir umut. Çalan telefonun sesini duyabileceği mesafede dolanabiliyor da üstelik.
Bozkırın ortasındaki kenti biraz olsun yeşil gösterebilmek için, sarı üzerine yeşil benekler gibi her tarafta irili ufaklı parklar var. Hepsinde telefon kulübeleri… Yusuf parkları parsel parsel, kulübeleri santim santim biliyor artık. Köpek sahipleri ve emekliler de Yusuf’u biliyor. Emeklilerin sohbet konularını, dertlerini, eskileri zamanla çözdü. Nerde o eski günler’e bezeli muhabbet uzadıkça, yaşıtlarından uzaklaşıyor. Konuştukça yaşlılar gençleşiyor, Yusuf sustukça silikleşiyor. Yalnızlıktan bunalmış emekliler, şöyle uzaktan Yusuf’u telefon kulübesinin karşısında ağaçlara dalmış otururken görünce, sevinip hemen ilişiyorlar yanına.
Şortunu çıkarıp pantolonunu giydi. Vantilatörü kapatıp, telefonu ayarladı. Dışarı çıktığında sıcak hava çarptı yüzüne. Birkaç haftadır hep aynı parka gidiyor. Konuşmak için onu beklermiş gibi susan iki ihtiyarın arasına oturdu. Bekledi. Yanındakiler gitti, başkaları geldi. Güneşin önüne gerilen bulutlar gitti, sonra onların da yenileri geldi. Bir iki kadın köpeklerini dolaştırırken göz ucuyla Yusuf’a baktılar. Keten pantolonlu bir adam kulübede uzun uzun konuştu. Sonra boş parkta, kulübeyle Yusuf, birbirine yaslanarak büyümüş iki çam gövdesi gibi karşılıklı durdular. İnatlaşır gibi bir hâlleri vardı.
Bu inatlaşma uzadıkça uzadı. Mahalle sakinleri onu parkın bir parçası gibi görmeye başladılar. Bir ara askerler gelip Yusuf’u götürdü. Bir buçuk yıl ortada görünmedi. Sonra bir gün, hiçbir şey olmamış gibi gelip aynı yere oturdu. Babası, ihtiyarlığının son günlerini, oğlu için mi, yalnızlıktan mı bilinmez, bankta Yusuf’la beraber geçirdi. O öldükten sonra boş kalan eve Yusuf çok az gider oldu. Akşama kadar oturduğu banka usulca uzanıp, sabahı beklerdi.
Üzerinden mevsimler geçti. Yaşlılar gitti, yenileri yaşlandı. Telefon kulübesinin mavi boyası silikleşti.
Bir sabah Yusuf’u üzerine örttüğü battaniyenin altında heykel gibi kaskatı buldular. Kimsesizler mezarlığında ufak bir yeri oldu. Parka onun adını vermek kimsenin aklına gelmedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder