Yer altında ezilenler...

Seçil Ercan


Bu yazıyı yazdığım dönemin, gündemle örtüşmesi bir tesadüf değil. Kader hiç değil. Çünkü özellikle 2004 yılında özelleştirmelerden sonra maden faciaları artışa geçti. Sırf 2010’un ilk 5 ayında 42  patlamada 37 işçi öldü. Yazının denk gelmesi gibi olayların kendisi de elbette kader değil. Maden ocaklarında, tersanelerde yaşananlar olsa olsa bir cinayet (katliam/iş cinayeti)… Olsa olsa bir “sınıfkırım”…

Üç ya da dört yaşlarındaydı çocuk. Haberlerde gördü göçük altından çıkarılan işçileri.. Evdekiler bir şeyler konuşuyordu haberle ilgili ama babaannesinin ağıtı konuşulanları anlamasını zorlaştırıyordu. “Oğullarım ölmüş” diye ağlıyordu yaşlı kadın ama aslında, madende çalışan herhangi bir tanıdıkları bile yoktu... Aynı günün akşamı, anne kürekle kömürü alıp sobaya atmaya hazırlanırken, birden annesinin ellerine sarıldı çocuk: Anne ne olur yakmasan, bak onlar yüzünden ölmüş insanlar.
Sonraları anlıyor tabi kömür değildi onların ölümüne sebep olan...
Yıllar sonra okulda öğretmeninin sorusu tekrar yerin derinliklerine götürüyor çocuğu. Kaç tür kömür vardır diye soruyor müfredat. Peki sizin her yıl kaç maden işçisinin öldüğünden haberiniz var mı demek istiyor çocuk. Gözleri doluyor, boğazı düğümleniyor, soramıyor...
Çocukluktan beri kulağında yankılanan ses, “ölesiye ışık hasretiyle solmuş bu yüzler”den bahsediyor. Bu yüzlerdeki kara yüz karası değil kömür karası diyor Orhan Veli de. Evet onlar, yerin derinliklerinden geldiler ellerinde susmak bilmeyen bir yer altı güneşiyle. Kömür değildi elbet ölümlerine sebep. Daha fazla kar hırsıydı, kötü çalışma şartlarıydı, insanca davranılmamasıydı, özelleştirmelerin en acı sonucuydu. Suskun kalmak insanlığından utandırıyor. Ses çıkarmak vakti geçti geçiyor. Artık kaybedecek bir şey yok! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder