Kayıp Renkler

Sel Yoldaş Akar

“Gidişleriyle dünyanın rengini eksiltenlere... hasretle...”
Yağmur başladığı gibi aniden durmuş, güneş bulutların arasından yüzünü göstermişti. Yağmurla gelen toprak kokusu konukluğunu sürdürüyor, güneşin ışıkları yağmurun oluşturduğu su birikintilerinin üstünde dans ediyordu...
Çocuk neşeyle çıktı evden. Toprak kokusunu ciğerlerine doldurmak için derin bir nefes aldı ve ağır ağır bıraktı nefesini. Toprak kokusu kaldı içinde... Mutluydu. Aniden bastıran yağmuru evinin camından izlemiş ve yağmur durur durmaz annesinin “üstünü başını kirletme” tembihleriyle çıkmıştı sokağa. Ellerini pantolonun cebine sokarak yaylana yaylana yürüyordu. Yürürken yağmur sularından kaçmak için yuvalarından çıkmış böcekleri ezmemeye dikkat ediyordu. Başını gökyüzüne çevirdi kocaman bir gökkuşağı gökyüzünde bütün güzelliğiyle duruyordu. Daha iyi görebilmek için yanyana yapılmış çok katlı binaların arasında bir vaha gibi duran küçük parka yöneldi. “Caddeye çıkma sakın” diye seslendi annesi. Parka geldiğinde gökkuşağını daha iyi görebiliyordu. Dikkatle baktığında gökkuşağında bir şeylerin eksik olduğunu fark etti. Mavi rengi yoktu gökkuşağının. Maviyle diğer renklerin karışımından oluşan renkler de yoktu. Gökkuşağını gördüğü andaki sevinci kayboldu. Mavi’ye ne olduğunu düşünmeye başladı. Çevresine baktığı anda daha önce mavi olduğuna emin olduğu bir binanın da renginin değişmiş olduğunu fark etti. Maviyi bulmalıyım... Gökkuşağının mavisini çalmışlar. Maviyi bulamazsam hiçbir şey mavi olmayacak... diye düşündü.

Parktan çıkıp yürümeye başladı, etrafta yardım isteyebileceği birilerini arıyordu. Sokağı geçti caddeye çıktı ancak caddede de kimse yoktu. Yağmurdan kaçmış olmalılar diye düşünüp yürüyüşünü hızlandırdı. Evinden uzaklaştığını ve annesinin buna kızacağını biliyordu. Önemli bir sorun vardı, gökkuşağının mavisi yoktu. Caddeden bir sokağa girdi, uzun bir sokaktı, sokağın sonuna kadar yürüdü. Sokak başka bir sokakla kesişti oraya yürüdü. Bulduğu her aralıktan gökkuşağına bakıyordu ve renklerin eksikliğini görünce daha da hızlanıyordu. Yoruldu yürümekten ama ne sorabileceği birini bulabilmişti ne de maviyi... Biraz dinlenmek için kaldırım kenarına oturdu. Başını ellerinin arasına aldı ve gökkuşağının mavisinin nerede olabileceğini düşünmeye başladı. Gökkuşağının mavisi yoktu işte bulamıyordu. Mutsuzluğu umutsuzluğa dönüşmeye başlamıştı şimdiden. Düşüncesi duyduğu ayak sesleriyle dağıldı. Oturduğu yerden sesin geldiği yere baktı. Yaşlı bir adam üstünde kül rengi bir palto ve başında kasketiyle yürüyordu. Ayağa kalktı ve hızlı adımlarla yaşlı adama doğru yürüdü. Adam çocuğa gülümsedi. Birkaç adım kala durdu ve “Amca gökkuşağının mavisini çalmışlar. Mavi olmadan gökkuşağı olur mu?” dedi. Adam çocuğun gösterdiği yere baktı ve gökkuşağının eksik olduğunu gördü. Çocuğun telaşını yatıştırmak için elleriyle küçük omuzlarını kavradı çocuğun ve “Sakin ol mavidir gözlerim sana gözlerimin rengini verirsem tamamlanır gökkuşağının eksikliği” dedi. Çocuk bir kez daha kasketli adama baktığında fener gibi parlayan mavi gözlerini gördü. İçine güven duygusuyla karışık mutluluk doldu. Adamı daha önce biryerlerde gördüğünü hatırladı. Tekrar dikkatle baktı ve, “Ben, sizi bir kitabın kapağında görmüştüm. Bir şiir kitabıydı. Babam o kitaptan ara sıra şiir okurdu.” dedi. Gülümsedi adam ve çocuğun saçlarını okşadı. “Gözlerimin rengini al, Mavi gözlü bir dev olmayayım ne olur ki” dedi. Şairin gözlerinden akan mavi gökkuşağına doğru yükseldi. Öğretmeninin okulda söylediği “Nehirler tersine akmazlar” sözünü hatırladı.
Gökkuşağı yeniden maviye kavuşmuştu. Çevredeki binaların bir kaç tanesi Maviye boyandı yeniden. Arabalar pırıl pırıl bir mavi renk aldı. Karşı duvarda duran afişteki işçi tulumu gözalıcı bir maviye dönüştü. Deniz koktu sanki sokak. Çocuk deniz kokusunu duyduğu anda yaşlı şair kayboldu. Sokağın iki yanına baktı çocuk. Yaşlı şairi göremedi nedense şaşırmadı bu duruma. Tekrar gökyüzüne baktı, gökkuşağında ondan bir parça olduğunu bildiği için göz kırptı gökkuşağına.
Eve dönmeye karar verdi. Gökkuşağının mavisini bulamasa da bulduğu başka bir maviyle tamamlamıştı eksikliği. Hızla yürümeye başladı. Annem kızarsa kızsın ben de ona gökkuşağının mavisinin kaybolduğunu ve babamın sevdiği şairin gözleriyle tamamladığını anlatırım o zaman kızmaz bana diye düşünüyordu.
Farkına varmadan bir hayli uzaklaşmıştı evden. Bir sokak, sonra bir cadde, sonra tekrar bir sokak. Off karıştırmıştı yolu. Birini görüp sormak için sağa sola baktı ancak hiç kimseyi göremedi. İnsanlara ne olmuştu? Nereye gitmişti insanlar? Yürümeye devam etti. Sokağın kenarında eski bir duvarın önünde duran üç dört kişi gördü. Ellerinde fırçalar vardı, tartışıyorlardı. Yanlarına yanaştı ve, “Merhaba” dedi. Merhaba diye yanıtladılar çocuğu. Duvarda “Yaşasın Halkla” yazılmış öylece kalmıştı yazı. Çocuk yazıdan gözünü ayırmadan “Ben evime gidiyordum fakat sanırım yolu karıştırdım” dedi, şaşkınlıkla ellerindeki boya tenekesine bakan gençlere.
“Evin nerede?” diye sordu birisi, bir diğeri başını okşayarak “Sen ne sevimli şeysin öyle” dedi. Kendisine böyle sıcak davranmaları çocuğun yüreğindeki endişeyi gidermişti. Gülümseyerek baktı hepsine ve “Siz ne yapıyorsunuz burada?” diye sordu. Onlar da tam duvara yazı yazdıkları sırada kırmızı boyanın yok olduğunu ve hatta duvardaki yazının ve arkadaşlarının birini boynundaki atkının da renk değiştirdiğini ve kırmızı renklerin kaybolduğunu anlattılar. Anlatırlarken seslerinde yaşanan olayın şaşkınlığı vardı. Çocuk, “Gökkuşağından” dedi. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında gökkuşağının kırmızı renginin daha önce mavi rengin kaybolduğu gibi kaybolduğunu gördü. Kırmızıyla diğer renklerin karışımından oluşan renkler de yoktu. “Gökkuşağının kırmızısını çalmışlar” dedi çocuk ve mavi rengin kaybolmasıyla ilgili yaşadıklarını soluk almadan anlattı. Çocuğun anlattıklarını şaşkınlıkla dinlediler. Aralarında kısa bir değerlendirme yaptıktan sonra gökkuşağının kırmızını aramaya karar verdiler. Çocuk onlara evlerinin yakınında olan parkı anlattı ve okuduğu okulun adını söyledi evlerinin hemen okulun arka sokağında olduğunu da ekledi. Biraz yürüdüler birlikte ve bir sokağın başına gelip “Bu sokağın sonunda önüne bir cadde çıkacak ve caddeden sola doğru yürürsen evine gidersin” dediler. “Sen evine git, biz kırmızıyı buluruz, annen merak etmiştir seni” derlerken gülümsediler çocuğa. Çocuk gitmek istemese de onların sevgi dolu hallerinden etkilenmişti .”Merak etme biz kızılı severiz ve onu mutlak bulacağız” diye seslendiler ardından. Çocuk gösterdikleri sokaktan yürüdü. Uzun ve kıvrılarak ilerleyen bir sokaktı burası. Başını gökyüzüne çevirip gökkuşağının eksik halini gördüğünde üzülse de abilerin onu bulacağına olan güveni tam olduğundan hafifliyordu üzüntüsü.
Sokağın sonuna geldi, abilerin bahsettiği cadde önündeydi. “Sağım sarımsak solum soğan” diyerek yönleri hatırladı. Sola dönmek üzere caddeye çıktığında toplanmış binlerce insan gördü. Sessizce durmuşlardı ve uzaktan baktığı için ne olduğunu anlayamadığı bir şeye bakıyorlardı. Yaşlı, genç, kadın, erkek, esmer, sarışın, şişman, zayıf çeşit çeşit insan tek laf etmeden öylece durmuşlardı. Hızla yürüdü insanlara doğru... Kalabalığın ortasında yerde yatan birini gördü. Yüz üstü yatmıştı üstüne gazete kağıtları örtmüşlerdi. Ayakkabısının bir tanesinin altı delikti Bedeninden sızan kanı gördü. Kıpkızıl bir kan. “Gökkuşağının kırmızısı bu” dedi çocuk herkesin susmasına aldırmadan.
“Gökkuşağının kırmızısını çalmışlar. Gökkuşağı hep eksik kalacak” diye bağırdı... Gözlerini gökyüzüne çeviren insanlar kırmızısı eksik gökkuşağını gördüler. O anda onlarca güvercin havalandı, gökkuşağına doğru kanat çırptılar. Kan kaldırımda ince bir sızı gibi yayılıyordu…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder