Esmer Bir Mavi

Sel Yoldaş Akar

Dar sokaktan aşağıya doğru yürüdü. Sokağın sonuna geldiğinde süratli bir rüzgâr esti. Montunun önünü kapattı. Karşıda, meydanın hemen önünde, ada iskelesi duruyordu. İskelenin davetkâr bir dost gibi iki yana açık kapısından içeriye girdi. Küçük bir salondu burası. Bekleme salonu, içinde yer alan birkaç eski bank ve küçük gişesiyle modernizmin unuttuğu bir sığınağa benziyordu. Duvarda salona göre fazlaca büyük bir saat vardı. Vapur iskelesinin saatleri her zaman doğru vakti gösterir diye düşündü. Son seferi yapacak vapurun gelmesine yirmi dakika vardı. Aslında, evden biraz daha geç çıkabilirdi. Fakat son seferi kaçırmayı göze alamadı.


Adanın kalabalık yazı bitmiş, günübirlik gelenlerin oluşturduğu hengâme sona ermişti. Yazlıkçıların İstanbul’a dönmesiyle ada iyice boşalmıştı. Bu mevsim sadece birkaç evde yaşam devam ederdi. Seviyordu adanın bu terk edilmiş halini. Sonbaharda, adada yaşayan arkadaşını ziyaret etmekten, en çok bu tenhalık ve terkedilmişlik duygusundan dolayı zevk alıyordu.
Banklardan birine oturdu. İçeride sadece birkaç kişi vardı; yaşlı bir çift birbirlerine yaslanmış, hatıralarına dalıp gitmişlerdi. Başka bir bankta on beş yaşlarında bir genç, kucağında bir poşetle oturuyordu. Poşetin içinde iş elbiseleri olmalıydı. Genç muhtemelen bir lokantada komi olarak çalışıyordu. İzin gününü ailesi ile geçirmek için son vapurla İstanbul’a dönüyor olmalıydı. Gözlerinde yorgunluk vardı. Rahat bir yatak özlemi yorgunlukla birleşmiş, uyku ile uyanıklık arasındaki o en rahat ve rahatsız duyguya dönüşmüştü. Salonun sonunda, ilk girdiğinde baktığı saatin altında, bir kadın oturuyordu. Siyah saçları önüne düşmüş, elindeki dergiyi okuyordu. Dergiye baktı. Okumayı sevdiği bir derginin son sayısıydı bu. Yeni sayısının çıktığını bilmiyordu. Yarın bayiden alırım diye düşündü. Bakışlarını dergiden genç kadına çevirdi. Tanımıştı kadını; birkaç yıl önce bir toplantıda tanışmışlardı. Sedat Hoca tanıştırmıştı. Mavi’ydi adı kadının. “Benim adım Mavi”, dediği anda şaşırmıştı. Mavi ismine göre fazlasıyla esmer yüzüne, siyah gözlerine, gergin kaşlarının üzerinde başlayıp omuzlarına akan siyah bir nehir gibi saçlarına bakakalmıştı birkaç saniye. İçinden ‘çok esmer bir mavi,’ demek gelmişti. Ancak heyecanlandığında suskunluğu artar, pek fazla konuşamazdı.
Okuduğu dergiden yüzünü kaldırdı. Biraz önce iskeleye giren, montuna sıkı sıkı sarılmış adamı gördü. Adamı bir yerlerde gördüğünü düşündü. Sedat Hoca’nın birkaç yıl önce tanıştırdığı anı anımsadı. İsmini söyleyip söylemediğini hatırlamıyordu. Yüzünde sevecen, gülümseyen, güzel bir yan vardı. Birine adını söylerken– özellikle bu kişi bir erkekse-  karşısındakinin ona “çok esmer bir mavi, kim koymuş ismini?” gibi sorular sorması onu çok sinirlendirirdi. Tanıştırıldığı halde ismiyle ilgili yorum yapmayan birkaç erkekten biriydi. “Az önce saate bakıyordu. Sanırım beni hatırlamadı” diye düşündü. Dergiyi okumaya devam etti.
Saate bakıyormuş gibi yapıp, kadının elindeki dergiye daldığını görünce bakışlarını kadına yöneltti. Ada’yı gezmeye gelmiş olmalı bu güzel kadın. Gözlerine bakıp saatlerce durabilir insan. Hiç sıkılmadan…
Sedat Hoca, “bir şeyler yazıyor”, demişti tanıştırdığında. Mavi. Esmer bir Mavi! Acaba gerçek ismi  mi? Beni hatırlar mı? Sadece birkaç dakika sohbet etmiştik. Çekinmiştim gözlerine dalıp giderim diye.
İskelenin içinde o ana kadar fark etmediği bir görevli belirdi. Birkaç adım atıp, “Vapur arızalanmış. Gelecek olan son vapurdu. Başka bir vapuru yönlendirecekler, ancak kesin değil. Vapur gelmeyebilir. On on beş dakika sonra yeniden arayacaklar” dedi. Sesinde “Bu benim suçum değil. Gecenin bu saatinde burada durduğuma şükredin. Sakın bana bir şey sormayın” gibi bir anlam vardı. Az sonra, sahnede rolünü oynamış bir aktör gibi yürüdü, küçük kapıdan geçip kayboldu.
Komi olduğu düşünülen çocuk ayağa kalktı. İskelenin camından denize baktı. Yüzündeki yorgunluğa bir de kızgınlık karışmıştı şimdi. Lokantada yatıp yarın yine işyerinde uyanacak olmanın üzüntüsüydü bu belki de… Ev özlemi, eve götüreceği paraya ihtiyaçları olduğunu bilmek…
Yaşlı çift oturdukları yerden kalktılar. Birbirlerine yaslanarak yürüdüler. İskeleden çıkıp gözden kayboldular.
Adam, yaşlı çifti, ağır yürüyüşleriyle gözden kayboldukları ana kadar izledi. Sonra yine Mavi’ye baktı. Vapur gelmezse yanına gidip kendimi tanıtırım. Selim’in evine davet ederim. Yanlış anlamaz herhâlde. Alternatif yok, ne bir otel, ne de İstanbul’a dönme ihtimali.
Mavi dergiyi kapattı ve adama baktı. Vapuru beklediğine göre gidecek yeri yok. Günübirlik gelmiştir. Akşam birkaç kadeh içmiştir. Şimdi ise ne yapacağını bilmiyordur. Vapur gelmezse gidip, Sedat Hoca’nın bizi tanıştırdığını söylerim. Hatırlar sanırım. Gidecek yeri yoksa ‘burada bir arkadaşın evi olduğunu, orada kalabileceği-mizi’ söylerim. Yanlış anlamaz ya. Neyini yanlış anlayacak, iskelede yatacak hali yok ya. Güzel bir yüzü var. Aynur da Sedat Hoca’yı sever, sohbet ederiz. Sedat Hoca’dan konuşuruz biraz. Hoca da son kitabının çalışmalarını hapishanede sürdürüyor. Dergiye yazı göndermiş geçenlerde.
Adam iskelenin camından denizin karanlığına bakan, karanlığın içinde vapurun ışığını arayan çocuğu izliyordu. Sedat Hoca burada olsaydı, “sistemin yorduğu ellerinde deniz kokusu, bulaşık deterjanına karışmış” diye bir şiir yazardı. Hoca geçenlerde hapishanede voltada gördüğü bir kuşun şiirini yazmış. Dışarıya yollarken idare yarısını çizmiş. Kuşumu kuşa çevirdiler diye başlayan bir şiir yazmış bu sefer de. “Apolitiksin sen. Temizsin, fakat apolitiksin. Bir yere kadar gelip sonra yine dünyana dönüyorsun” demişti son görüşmemizde… Vapur gelmeyecek. Yüzünde düşünceli bir ifade var kadının. Biraz daha beklerim. Sonra yanına gidip anlatırım durumu. Güvenir bana, referansım sağlam. Ben çıkarken Selim içiyordu hâlâ, masa öylece duruyordu; portakal kabuğunda söndürülmüş sigara, yarısı yenmiş beyaz peynir, patlıcan konservesi… “Kimi zaman tek bir balık yaratır çırpıntısını okyanusun”… Bir şiirde vardı bu mısra. Gelmeyen vapur denizde çırpıntı yaratmasa da, bende yarattı… Yerinden kalktı. Mavi’ye doğru yürümeye başlayacaktı.
O an vapur görevlisi çıktı sahneye: “Vapur geliyor. Beş dakikaya burada olur. Şanslısınız.” Adam yerine oturdu. Derginin sayfalarında yiten Mavi’ye baktı. Selim Hoca’yı düşündü. Çocuk hâlâ camdan dışarıya bakıyor, vapurun ışığını bekliyordu.
Şanslı mıydılar? 


Resim: Tolga Kaya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder