On Beş Dakika

Tolga Kaya

Sadece on beş dakikamız var.
Ne kadar az değil mi? Sarılmaya, el ele vermeye, doya doya vedalaşmaya, güneşe, dalgalara, birbirimize bakmaya, ölmeye...
Sadece on beş dakika.
Kimimiz yedi yaşında, kimimiz yetmiş. Kimimiz genceciğiz, kız oğlan kız, ergenlik şehrinden belki daha dün geçmiş. Kimimiz bebeğiz, meme demeyi, mama istemeyi, gönlümüzden geçeni dilimizde döndürmeyi yeni öğrenmiş. Hiçbirimiz yaşadıklarının kıymetini bilmemiş. Vurmuşuz, kırmışız, üzmüşüz birbirimizi, çalmışız, çırpmışız, kaçmış kovalamışız. Hep bir şeylere kızmışız, kaderimize küsmüşüz. Az gelmiş hayat bize. Bir şeylerimiz eksik olmuş hep. Bebeksek annemizi, âşıksak sevgilimizi, açsak ekmeği, susuzsak parayı, şansı, başarıyı, gücü özlemişiz. Hiçbir zaman yetmemiş. Daha çok istemişiz. Terlemişiz. İstedikçe fakirleşmişiz. Ruhumuz isteyip alamamaktan solmuş. Kuyularımız kururken susuzluklar kanatlanıp sonsuza uçmuş.
Şimdiyse susuyoruz. Nerede hata yaptığımızdan bihaber, bekliyoruz.


Zamanın toprak kokulu ellerine uzanmışız.
Kala kala on beş dakikamız kalmış. Aşkımızı itiraf etmeye, ilk şiirimizi yazmaya, sevdiklerimiz, çocuklarımız, torunlarımızla son bir yemek yemeye, on beş dakikacık. Hangisi daha uzundu, hangisi daha kısa? Geçmişimiz mi yoksa önünüzde uzanan ömür mü, emin olamıyoruz. Hayallerimiz kadar genciz, aşklarımız kadar yaşlı. Kimimiz panik içinde karşılıyor bu durumu, kimimiz biraz daha ağırbaşlı. Ateşler içinde olanlar, vicdanı yananlar, Araf’ta olanlar var aramızda. Pek azımız rahat, pek azımız huzurlu. Hüzünlü bir hikâye bu, alabildiğine kederli.
Bir çocuk sesi geliyor uzaklardan, bağırıyor neşeyle, uçurtmalardan, oyuncak tahta arabalardan bahsediyor belki. On beş dakikamıza son bir mutluluk rüzgarı üflüyor. Yaptığı iyilikten habersiz, günahkâr ruhlarımızı kutsuyor. Annesi kulaklarına bir şeyler fısıldıyor şimdi. Son bir çocuk kahkahası duyuyoruz. Ne kadar özleyeceğimizi hayatı işte şimdi anlıyoruz. Keşke bir hikâye olsak diyoruz, biz, buradaki herkes, kelimelerden, harflerden ibaret olsa. İçini doldurduğumuz evren beyaz bir kâğıt parçasının ön yüzünden ibaret olsa. Biri gelse bir yerlerden, bir kapıyı açıp eski bir masanın çekmecelerinden birinin içinde bulsa bizi, şöyle bir okusa, fırlatıp kenara atsa. Anlamsız hayatlarımızın son on beş dakikasının bari bir anlamı olsa. Hiç değilse birkaç kişi sesimizi duysa.
Yazık! On beş dakika değil, on beş yılımız bile olsa, ne yapacağını bilenimiz, söyleyebilenimiz yok. Niçin varız, dün ne, yarın kimlerin? Aynı gökyüzünün altındayız. Hayatın güzelliği bir eski şarap gibi akıyor parmak uçlarımızdan, bir şairin dediği gibi… Aynı gemideyiz hepimiz. Küsmeye, kızmaya, hesap sormaya hakkımız yok kimseye. Aynı dalgalar sallıyor hepimizi. Biliyoruz suçumuzu, susuyoruz, son on beş dakikamızı doya doya içiyoruz. Aynı ufka bakıyoruz. Bizim için üzülenler var. Yollarımızı gözleyenler var. Son bir kez yüzümüzü görebilmek  uğruna hayatını feda etmeye hazır olanlar bile vardır belki, kimbilir? Aynı denizin kokusu bizi âşık eden. Hepsini biliyoruz, eminiz. Ne var ki, yapabilecek hiç bir şeyimiz yok artık.
Susuyoruz. Kendimizi dinliyoruz. Kalbimizi duyuyoruz ilk defa. Bir daha hiç atmayacakmışçasına çırpınışına üzülüyoruz. Biliyoruz artık, sadece on beş dakikamız var ve bu anda hepimiz aynı rengi seviyoruz.

Resim: Tolga Kaya



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder