Yazmalı mı Yazmamalı mı?

Didem Çınar

Tam da bir isim bulmuştum. Sadece ismi vardı. İsmi olunca cismini yaratmak daha kolay olur, hatta belki kendiliğinden gelir sanmıştım. İsmini koymak yıllardır yapmak istediğim şey için iyi bir başlangıçtı: Ütopyamı kaleme almak… Ütopyamı yazacaksam eğer, bu işin mihenk taşı olan Thomas More’un Ütopia’sını okumadan yazmamalıydım. Okudum ve okur okumaz ütopyamı kaleme almayı bir süreliğine erteledim.
Ütopia, Thomas More tarafından 1518 yılında yazılmış. Bir sohbet esnasında yeni dünyayı keşfetmek için yola çıkan bir gezginin ağzından Ütopia adlı bir ülke anlatılıyor. Eski dünyaya (Avrupa’ya) benzerliği çok az. O döneme göre oldukça radikal bir ülke Ütopia. Uzun uzadıya Ütopia’yı anlatmayacağım ya da yüzlerce yıl önce yazılmış, bilim kurgu rafında ararken felsefe rafında bulup aldığım bu kitabın eleştirisini de yap(a)mayacağım. Beni kendi ütopyamı yazmamdan alıkoyan nedeni paylaşacağım sadece.
Yazmak istediğim tam olarak bir ütopya değildi aslında, ideal bir sistem tasarlamaktansa hırs, kin, aşk, merhamet dolu insanoğluna en uygun olan sistemi tasarlamayı daha gerçekçi ve daha tatmin edici bulmuştum. Bunu yapmaktaki amacım da mücadele hedefimi somutlaştırmaktı. Ne istiyordum? Dünya nasıl olmalıydı? Bu dünyada insanları mutsuz eden şeyler neydi? Bunların alternatifleri neler olabilirdi? Tam bir mühendis gibi düşünmemiş miyim? Sorun da bu zaten. Tam bir mühendis gibi düşünmek… Yanlış anlaşılmasın, bazen, hatta çoğu zaman mühendis gibi düşünmek çok faydalı ya da çok faydacı olabilir ama ütopya yazarken değil. Ütopya yazmanın kendisi biraz mühendisçe bir fikirmiş, çünkü insan aklı sınırlı, oysa yaşam sınırsız. Thomas More, Ütopia’yı yazarken ideal düzeni kaleme almış, oysa onun ütopyası bugün için benim ancak distopyam olabilir. Ama o dönem için çok radikal ve ilerici olduğu da açık. Sınıf eşitliğinden bahsediyor örneğin (tabi sınıf eşitliği kavramını kullanmıyor) ancak cinsiyetçilik diz boyu. Kocalarına itaat eden kadınlar ve ebeveynlerine itaat eden çocukların oluşturduğu bir ülke. Yani bugünün gözüyle kitabı eleştirmek çok hatalı olabilir. Ama şu gerçeği açıkça gösteriyor; idealler günün şartlarıyla değişiyor çünkü mücadele pratikleri zamanla değişiyor. Siz ideal için mücadele verirken başka bir en uygun çözüm (optimum) çıkıyor ve olurlu olmayan  (infeasible) bir çözüm olduğunun farkına bile varamıyorsunuz. (has bir mühendis yorumu…)
Ütopya yazacaksam eğer dinamik olmalı, değişimi içinde barındırmalı. Her ütopyanın bir distopyayı da içinde barındırdığını ya da distopya olma potansiyeli olduğunu göz ardı etmemeli. Ütopyamı yazmayı düşünürken edebi ve tutarlı bir bilimkurgu metni ortaya koymaktan çok; olmasını istediğim, yaşamak istediğim dünyayı tasvir etmeyi amaçlamıştım. Oysa sınırları çok keskin olamıyor bu dünyanın. Sınırlar keskinleştikçe ütopya idealizmden uzaklaşıyor ve yaşanmak istenen bir yer olmaktan çıkıyor.
Ne yapmalı peki, ütopya sevdasını bir kenara mı atmalı? Herkesin bir ütopyası olamaz elbette. Belki tam da bu sınırlı olma hali yüzünden ütopya kurmakta tereddüt etmeliyiz. Fakat ilkelerimiz olmalı. Vazgeçemediğimiz, olmazsa olmaz dediğimiz ama her an düşünüp reddedebileceğimiz ya da tekrar tekrar ürettiğimiz ilkeler…  Çok sağlam, bir o kadar da zayıf. Çok tutarlı bir o kadar da açık. Kurduğumuz ütopyalara saplanıp kalmamalıyız. Sürekli bir değişim içinde olmalı ütopyamız. Çünkü mücadele pratikleri değişiyor. Çözüm olarak koyduğumuz yanıt, zaman geçtikçe çözümsüzlük anlamına gelebiliyor.
Artık ütopyamı yazmaya başlayabilirim. Hiçbir zaman ideale ulaşamayacağımı bilerek…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder