Merhaba,

En çok adres sorulan aylardan biridir Ekim. Şehre yeni öğrenci ve veliler gelmiştir, yurtlara yerleşilir, evler tutulur, kısacası yeni bir dönemece keyifle girmenin heyecanı yaşanır. Yapraklar kurur, yaprakların üzerine basarak eğlenenlere gün doğar, ağaçlar çıplaklıklarından utanmış gibi mazlumdur... Peki ya edebiyat ne yapar her sonbaharda? Kurumaz, aksine coşar, adresini bilir, kekremsi tadını şairlerin yüreklerine bırakır, kelime olur akar. Attila İlhan “Oysa ben akşam olmuşum yapraklarım dökülüyor usul usul, adım sonbahar” demiştir. Nâzım Hikmet’in yüreği ise Piraye’nin kelimeleriyle dolmuştur. Bir sonbahar gecesinde elinde tuttuğu kaleminden – belki de- hapishane duvarına, kelimeler sunmuştur:

Kızıl Yıldız: Bolşevik İdeolojinin Romana Yansıması (I)

Kaya Tokmakçıoğlu
Aleksandr Bogdanov’un Kızıl Yıldız’ı Rusya’nın siyasal ve toplumsal ortamını altüst eden ve böylece politik söylemi Çarlık’tan, halkın iradesini yansıtan siyasi partilere geçiren 1905 devriminin rüzgârında yazılmıştır. Aynı dönemde 19. yüzyıldan devralınan, kentlere akın, artan okuma-yazma oranı ve yeni bir entelektüel sınıfın oluşması şeklinde özetlenebilecek bir modernizm de Rusya topraklarında gerçekleşiyordu. Toplumsal düzlemdeki bu yarılma beraberinde kitle partisine olan destek ve siyasi propaganda mekanizmalarının gelişkinliğinin artması gibi birçok siyasal değişime yol açıyordu. Çarlık Rusyası artan şekilde kırılganlaşıp siyasallaştıkça Bolşevikler yeraltından çıkıyor ve ideolojilerini sıradan parti üyeleri veya halka anlatabilmek için farklı yöntemler geliştiriyorlardı. Kitlelerin hızla siyasallaştığı bu ortamda, Bogdanov’un Kızıl Yıldız’ı da, Bolşevik ideolojinin siyasi bir roman aracılığıyla oluşturulma çabası olarak görülebilir.

Svefn-G-Englar*

Yasin Kütük


Kentin ışıkları, sokakları, insanları, uğultusu, sesten ve ışıktan bir soru işaretiydi ona, sesten ve ışıktan bir yanıt.
(“Hayallerim, Aşkım ve Sen” filminden)
“İstanbul sen ne büyülü bir şehirsin!”, diye geçiriyordum içimden dün gece, denizin koyu renkli bedeninin üzerinde gezinirken sisli bir yalnızlık tabakası.
Fotoğraf: Ara Güler

Gel-Git

Serkan Değirmenci
Gözlüğünü çıkarıp gözlerini ovuşturdu, oturduğu yerde şöyle bir gerindi. Yanındaki camın buğusunu uzanıp elinin tersiyle hafifçe sildi. Dışarısı bembeyazdı. Önüne döndüğünde gözü kar-şıdaki yanıp sönen kırmızı rakamlara takıldı, hava soğuktu ve gelmeye az kalmıştı.
Fotoğraf: Öner Temur

Mesafe

Pınar Dursun
Sevincim çığlıklarımda hür-riyetine kavuştu. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum şeye ilk adımımı atmıştım. Elimde sonuç belgem salona koştum.
Annem başka bir şehirde üni-versite kazanmama çok bozul-muştu, tıp fakültesini kazanmış olmam bile yetmemişti ona.  Yaşadığımız şehirde de üniversite vardı, neden yanlarında kalıp o üniversiteye gitmiyordum ki. Ba-bam ise çok sevinmişti, onun küçük kızı büyük şehirlerde süzülecekti beyaz önlüğü ile. Kayıt yaptırmaya da o düştü benimle yollara. En son on yıl önce halamın düğününde karşılaştığı kuzeni İstanbul’da yaşıyormuş, beni bir yere yerleştirene kadar babamla yanlarında kaldık. Aksaray diye bir yerde oturuyorlardı, tıp fakültesine çok uzaktı. Ya da bana çok uzak gelmişti. Sonradan anlayacaktım ki bu şehirde mesa-feler metre ile değil kilometre ile zikrediliyordu. Çok eski ve küçük bir evde dört çocuğuyla yaşı-yorlardı, yanlarında kalmam pek mümkün olmadığı için başka bir yer aradık. Şansımıza yakınlarda bir yerde bir öğrenci evi bulduk. Üç katlı cumbalı eski bir evin giriş katındaki bir odada ev sahibi yaşıyordu, geri kalan dört odasını da öğrencilere kiralıyordu. Orta katta bu sene öğretmen çıkan bir kızın odası boşalmıştı. Babam kuzenine yakın olduğu için orada kalmama razı oldu ve ertesi gün odama yerleşip babamı yolcu ettim.


Fotoğraf: Elif Sanem Karakoç

ARAP MEHMET

             Ümit Şenesen

Kara kıvırcık saçları,
boncuk gözleriyle
Arap Mehmet’i gördüm düşümde.
Öldüğü gün, Perşembe,
“Cuma’yı bekleyemedi kâfir”
demiş bir köylüsü.
Mehmet kâfir miydi bilemem
ama güzel içerdi doğrusu.
İçti mi de dili çözülür,
uzun ibrişim kuşaklar gibi
püfür püfür esen şiirli öyküler düzerdi.
Onu dinlemek için köyün gençleri
şarap alıp evine giderlerdi.
Şarap dediğim de “Güzel Marmara”.
Mudanya’nın Kumyakası’nda
kapısı denize açılan adam da
“Çankaya” içmez ya!

24 Kasım 1998

Los Vivancos

Flamenko severlerin, eğer bir kez daha sahneye çıkacaklarsa, ajandasına kaydetmesi gereken gösterilerden biri. Daha önce de İstanbul’da sahne alan grubu Dans Platform İstanbul’un festival haftasında Cemal Reşit Rey sahnesinde izlemek çok keyifliydi. 7 İspanyol kardeşten oluşan grubun üyelerinin her biri danslarının yanında farklı bir enstrüman da çalıyor. Gösterilerini enstrümanlarıyla ve modern dans figürleriyle de zenginleştiren kardeşler sadece Flamenko dansçısı olmadıklarını, dans ve müziği içlerinde özümsediklerini de ispatlıyorlar. Gösteriyi keyifli kılan bir başka şey ise gösterinin tümünün canlı müzik eşliğinde gerçekleşiyor olması. Kardeşlere sesi çok güzel olan bir solist ve iyi bir müzik grubu eşlik ediyor. Yani hem canlı Flamenko dinliyorsunuz, hem de 7 iyi dansçının bu güzel müzik ile nasıl uyumlu dans ettiğini izleme şansına sahip oluyorsunuz.


Filmekimi

Filmekimi bu yıl da keyifli ve bol seçenekli bir programla karşımızda. 31 tane iddialı film arasından sizin için bir seçki hazırladık. Bu filmlere gidip de beğenmezseniz, bizi bulup kızabilirsiniz. İşte filmler:
· Tehlikeli Yol     (Yön:Ken Loach)
· Carlos, (Yön: Ramirez, Scheer & Walstatten)        
· Devrim (10 yönetmenli)
· Anneme Dokunma (Yön: Duplass & Duplass )
· Sosyalizm (Yön: Jean-Luc Godard )
· Aslı Gibidir (Yön: Abbas Kiarostami )
· Duyarlı Evlat – Frankenstein Projesi (Yön: Kornel Mundruczo)
· Güzel Bir Hayat Düşlerken (Yön: Danis Tanoviç )


Wordexpress İstanbul 2010

Gezginin Şiir Çantası
Şairler neden yolculuk eder? Şiirin gündelik hayattan uzaklaştığı bir dünyada, yolculuk eden şair şiirlerini nasıl sunmalıdır? Balkanlardan sırt çantalarında şiirle gelmiş gezginleri, masanızda ağırlamak istemez miydiniz?
Tasarlayan: Efe Duyan, Gökçenur Ç.
Katılımcı Ülkeler: Makedonya, Romanya, Yunanistan, Galler, Sırbistan, İsrail, Bulgaristan, Yunanistan, Ermenistan, Hırvatistan, Bosna Hersek, İskoçya, Gürcistan
31 Ekim 2010, Pazar, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi, 17:00-20:00
Gezgin şairler, açacakları tezgâhta şiirlerini; karpostal, mektup, karvizit, potkal içinde rulo, harita, magnet, not defteri, pasaport vb. nesneler halinde sergileyecek ve şiirin az okunduğu bir dünyada, metinlerini değişik yollarla sunmanın olanaklarını aramaya devam edecekler.