Çekmece  yazı kurulumuz üyelerinden Tolga Kaya’yı askere uğurladık. Uğurlama gecesinden bir fotoğrafla açıyoruz bu sayımızı. Askerlik süresince yazılarıyla bizle birlikte olacağını vâdetti, bekliyoruz… 


İncesaz

Pınar Dursun - Umut Gündüz

Sisten göz gözü görmüyordu. Sokakta insanlar birbirlerine çarpmamak için yavaşlamıştı.  Arabalarda da aynı dikkat, aynı sıkıntı arada bir usulca ilerleyen farlardan okunabiliyordu.  Aniden bastıran akşamüstü sisi insanların omzuna ağır bir yük gibi binmiş, sanki bellerini bükmüştü. Şimdi hepsi biraz daha silik, biraz daha eğri büğrüydü.
Marketle manavın arasına iliştirilmiş küçük meyhaneden dışarı bakan Selim’le Âdem gözlerini sis içinde devinen sokaktan alamıyorlardı. Sanki siyah beyaz bir çizgi film ağır ağır ilerliyordu. Dışarıdaki kıpırtılarla, içerinin müziği uyum içindeydi. Müzeyyen Senar, Zeki Müren derken tüm parçalar, dışarıdaki insanlar gibi birbirine benzemeye başladı. İçerde bitmeyen alaturka tek bir şarkı gibi, dışarıda insanlar el ele ilerleyen mahkûmlar gibi...

Hafriyatta Şeytanla Temas

Zeynep Yılmaz

“Betty “Sene ’98,” dedikten sonra bir an durdu, Behzat Ç.’yi alıcı gözle süzdü.”Hizmet içi eğitim kapsamında, başkomiserler arasında yapılan bir ankette,” diye devam etti,” Polis olmasaydınız ne olurdunuz sorusuna verdiğiniz yanıt: Katil olurdum. Savunmanız: ‘Hayatımda böyle saçma sapan anket görmedim.’ Kınama cezası, iki yıl kıdem tenzili…”
Emrah Serbes, Son Hafriyat

Christine Redfern: Artık daha iyiyim. Aslında keyfime bakmaya karar verdim. Burası öyle keyifli, öyle huzurlu, tüm şiddet ve beladan öyle uzak ki…
Hercule Poirot: Haklısınız hanımefendi; gökyüzü mavi, güneş parlıyor, ancak şeytanın her yerde olduğunu unutuyorsunuz.
Agatha Christie, Evil Under the Sun’dan çeviren: Burak Bahadır


Tokyo’da


Serdar Baysan

“İnsan Vakası”
Altı ay oldu Tokyo’ya geleli, böylesi tuhaf bir günüm olmamıştı. Her şey sabahki intiharla başladı. Yine birileri benim kullandığım tren hattında kendini raylara atmış. Sabah istasyona geldiğimde anonslar ve tabelalar bir “insan vakası” yaşandığını ve gecikme olabileceğini söylüyordu. Daha önce denk gelmiştim ama yirmi dakika süren yolun bu sefer bir saate uzayacağını tahmin etmezdim.
Burada trenler depremde, tayfunda, tsunamide değil bir tek intiharlarda gecikiyor. Tren şirketleri de bu istinai gecikmelerin tazminatını merhumun yakınlarına ödetiyor. Japonya ekonomik büyüklükte olduğu gibi intihar oranında da dünya ikincisi. Tren de en popüler intihar araçlarından. Caydırmak için kullanılan bu yaptırım, maalesef intihar yöntemini değil, ancak tercih edilen hattı değiştiriyor. Çünkü tazminat tarifeleri de hattı işleten şirkete göre farklılık gösteriyor!

Dördüncü Yaprak

R. Berkan Ünal


Bu iş zor, bu iş çok zor be yonca
Uyutmuyor bu yaralar gece olunca

Bu iş çok zor yonca
Yaşanmıyor, yürünmüyor yollarda
Duvarlar aklına takılı kalınca
Günler her gün geçmiyor ya da
Bulutlanıyor gökyüzü  durduk yere, sabah olunca

Bu iş zor , bu iş çok zor dedim ya yonca
Sen(ler) bir şarkı, dört yapraklı
Ben(ler) kırıntıya ömrünü yamamış bir karınca
Olunca..

Bu iş zor yonca
Yollar karla kapanınca
ve
Anahtarlar kilitlere küskün durunca

Bu iş çok zor yonca
“niye zor” diye sormadıkça…
 
Bülent Ortaçgil’e saygılarımızla...

Şeffaf Perde

Ezgi Mavigöz

 Tuhaf… Bu kez ne istediğini biliyordu. Olasılıkları hesaplamasına gerek yoktu üstelik. Ya yazacaktı ya da tembellik edip kalemi uzak bir yere fırlatacaktı. Eğer bunu yapmazsa (kalemi fırlatmaktan bahsediyoruz) potansiyel vicdan azabı gittikçe güçlenecek ve gemici düğümü yaptığı zincirlerini bile kıracaktı. Evet, yazacaktı bugün, şu anda. İstekleri söz konusu olduğunda genellikle illet bir kararsızlıkla boğuşurdu; bu yüzden kararını verirken gözü pek davrandığı için mutlu oldu. Bir hevesle tuttu uzun süredir ihmal ettiği tek dostu kalemini… Ancak, anlık sevincin yerini karamsarlığın alması pek uzun sürmedi. Ne yazacaktı peki? Zihninde binlerce kelime dönüp duruyordu; anlamlı anlamsız cümle parçacıkları birer ikişer önüne diziliyordu.
……

İskele


Banu Yobas

akşam mesai bitiminde Kabataş iskelesine yürümeye başladım. Süzer Plaza’dan çıkar çıkmaz İnönü stadının aydınlatıldığını görünce o akşam maç olduğunu hatırladım. Yol kenarında hazırlıklara başlamış köfteciler, iki ağacın arasına gerilen ipe asılmış bayrak ve atkıları düzelten satıcılar, stadın etrafında toplanmaya başlamış taraftarlar alışılmadık bir hareketliliğe neden oluyordu. Uzun zamandır ilk defa saatinde çıkabildiğim için eve gidip duş alıp bir şeyler yiyip erkenden yatmayı istiyor ve 18:45 vapurunu kaçırma endişesiyle hızlı hızlı yürüyordum. Serin hatta soğuk denebilecek bir sonbahar akşamıydı. Bekleme salonuna girdiğimde salondaki yolcular  az önce görevlinin açtığı sürgülü kapıdan iskeleye çıkmaya başlamışlardı bile. İskeleye çıkıp bir kaç adım atar atmaz sarman bir kedinin de iskelede yürüdüğünü fark ettim. Kedilere olan ilgimden mi, yoksa vapura doğru yürüyen kalabalığın arasında bir kedinin garipliğinden mi, fark ettiğim andan itibaren kediyi izlemeye başladım.

Çöp Adamlar


Ronay Ak

Nişantaşı’nda oturduğum vakitler, akşam 10 -11 sularında, çöplerin konulduğu o köşede karşılaşırdık. Hemen istemli ya da istemsiz ellerine bakardım. Sonra “yahu nasıl eldivensiz yapıyorlar bu işi, ya ellerine bir şey batsa ya mikrop kapsalar “ diye düşünürdüm eve yürüyene kadar. Aklımdan geçenler sadece bunlar değildi elbette.  O bana baktığında gözlerimi kaçırdığım için kendime kızar, bir yandan da aslında bunu çöpleri karıştırırken utanmasın, sıkılmasın diye yaptığımı düşünüp kendi kendimi teselli ederdim. Ama bir şey vardı ki tesellisi olmuyordu: okula hiç gidememesinde ya da okulu terk etmek zorunda kalmasında, kilolarca ağırlığındaki bir torbayı kilometrelerce taşımasında, hor görülmesinde, utanmasında, sıkılmasında benim de payım vardı.  Tıpkı sizler gibi..

Çekoslavakya’dan türeyen iki başkent; Prag ve Bratislava



Ahmet Can Kutlu

Geçen yaz bir konferansa katılmak için yurt dışına çıktığımda gezdiğim şehirlerden Prag ve Bratislava; şu anda Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrılan eski Çekoslavakya’nın en büyük iki kenti. Mevcut durumda Prag, Çek Cumhuriyeti’nin; Bratislava ise Slovakya’nın başkenti ve bu iki kenti de gezdikten sonra buraların daha önce aynı ülkenin parçaları olduğuna inanılamayacak kadar farklı karakter gösterdiklerini hayretler içerisinde izledim.

Başkenti Prag olan Çekos-lavakya, 1. Dünya Savaşı sonrası kurulan bir devletti ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1948 yılında hükümet komünistlerin eline geçti. 1968’de siyasi lider Alexander Dubcek zamanında başlatılan liberalleşme çalışmaları ve “Prag Baharı” adı verilen dönem, yedi buçuk ay sonra Sovyetler ve müttefikleri tarafından ülke işgal edilerek kanlı bir şekilde sona erdirildi. Kasım 1989’da ülke, kansız bir şekilde “Kadife Devrim” ile kapitalizme dönüş yaptı ve 1 Ocak 1993’te Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak barışçıl bir şekilde ikiye ayrıldı.

Miladî 1794


Kaya Tokmakçıoğlu

Ve tarih akar gider parmaklarımızın arasından. Ne bir dram ne bir trajedi. Oysa bir adam, kana bulanmış gömleğiyle birlikte uzatmadan önce boynunu, teşhir edilecek meydanda halka. Söyleyecek daha onca şey, onca cehennem. Belki de yanındaki yirmi bir kişiye fısıldayacaktır deli olmadığını, hasta ise hiç. Nedir ki bir insanın önemi milyonların yanında. Hele farklı coğrafyalar söz konusu olduğunda nedir ki!
“Yurttaşlar, içinde devrim olmayan bir devrim mi istiyordunuz?”
Çenesinden kanlar damlayan adam Andre Chénier’i düşünür; bir şairi ölüme yollamak henüz üç gün önce. Kasvet basar her yanını.
“bu şarkılar, sesten şahitleri zindanımın,/bir merak uyandıracaktır; o güzel kadın/ne oldu acaba sonunda./alnını, sözlerini nurdan bir hale sardı;/yanındakiler mutlak korkmuş olmalılardı,/kendi sonlarını görüp onda.” 

Telefonun Diğer Ucundaki Kadın

Tolga Kaya

“Alo.”
“İyi günler, telefonun diğer ucundaki adamla mı görüşüyorum?”
“Buyurun, benim.”
“Şey, ben, … , numaranızı rehberden aldım. Umarım sizi rahatsız etmiyorumdur.”
“Ben kiminle görüşüyorum?”
“Şimdilik, telefonun diğer ucundaki kadın desek sizin için bir mahsuru olur mu? Birazdan kim olduğumu anlayacaksınız zaten. En azından ben öyle umuyorum.”
“Sizi dinliyorum.”
“Aslında sizi uzun zamandır içimi sıkan bir meseleyi paylaşabilmek için aradım. Çok fazla vaktinizi alacak değilim.”


Anadolu’nun Kayıp Şarkıları

Yönetmen: Nezih Ünen 
Müzik: Ağzında diş kalmamış nineden aşk türküsü, Alevi dededen Eşrefoğlu türküsü, âşık atışmaları, Gürcü şarkıları, pamuk işçilerinin türküsü, demir döven, kumaş dokuyan, orak biçen, kozadan ipek çekenlerin iş aletlerinin müziği, barak havası, gazel, çingene davul-zurnası, Süryani ilâhileri, Ermeni, Rum şarkıları, dengbejler (onların anlattıkları da müzik sayılır). Hepsi en özgün halleriyle, bindirilmiş enfes müziklerle... Halk oyunları: Yalçın kayaların tepesinde kartal, Alevi semah, Mevlevi sema, kılıç-kalkan, Karadeniz yeşilinde horonlar, kukla gibi giyinerek oynanan âşık-maşuk, zeybek, köçek, Çerkes oyunları... Hem seyredin, hem dinleyin, hem hayran olun, bayılın, yönetmen-müzisyen Nezih Ünen’e, öbür emeği geçenlere teşekkür edin.

Mazhar Olmak

 Yazar: Mazhar Alanson
Geçtiğimiz aylarda raflarda yer alan Mazhar Olmak isimli Mazhar Alanson albümü, ya da cd hediyeli kitap bir hayli ilgi çekti. Bildiğimiz, sevdiğimiz MFÖ şarkılarını, Mazhar Alanson’un o harika sesinden, tek bir gitar eşliğinde dinlemek güzel, hatta enfes bir deneyimdi. Şarkıların tümünün canlı çalınıp söylenmiş olması, minik hataların ayıklanmayıp, müziğin, kaydedildiği gibi, “günahıyla sevabıyla” dinleyiciyle paylaşılmış olması da…  Ne var ki, Alametifarika isimli reklam ajansının da katkılarıyla, Turkcell ve Garanti Bankası reklamları tadında tasarlanmış albüm kitapçığına gelince, işin rengi değişiyor sanki. Aslında 170 sayfalık, karton kapaklı, renkli kuşe kâğıda basılmış bu kitaba kitapçık demek haksızlık. Kitap bizleri şarkılara ait ilginç hikâyeler, gün ışığına çıkmamış metinler ve resimlerle de tanıştırıyor. Bunlara sözümüz yok. Ne var ki, niye yalan söylemeli, tam “sözleri, şarkıları, eşsiz yorumu, oyunculuğu ve en çok da samimiyetiyle biz zaten severiz Mazhar Abi’mizi” diyecekken, üstünkörü çizilen bu “uçuk kaçık sanatçı” portresi, bu plastik ambalaj kafalarımızda soru işaretleri oluşturmuyor da değil. Her şeye rağmen, “şapkasız çıkmayan” bu ağabeyimizin o güzel bas yorumunun hatırına edinilmesi gereken, ilgi çekici bir “ürün” “Mazhar Olmak”.
Oldu mu şimdi Alanson, bom bili bili bili bom!

Ayak İzlerinde Adımlar

Yazar: Julio Cortazar
“Luciana yazmadan önce karalama yapacak bir kadın değildi…”

Zihninizden geçen imgeleri karşınızda cümle cümle görmek. “Evet ben de böyle hissediyorum” diyerek şaşırmak. Binlerce kilometre uzakta yaşamış bir insanın hissettiklerinin, gözlemlediklerinin tanıdık ve sıcak gelmesi… Seksek isimli romanı ile bilinen Cortázar, Latin Amerika’nın sosyalist yazarlarından. Ayakizlerinde Adımlar ise bir tanesi uzun sekiz öyküden oluşan derleme bir kitap. Her öyküde başka bir teknik ve kurgu biçimi bulabiliyorsunuz. Defalarca okuduğum ve her okuduğumda başka detayları fark ettiğim bir öyküsünde (Işık Değişikliği) hepimizin bildiği, yaşadığı bir handikapı çok güzel bir dille ifade etmiş. Çoğu zaman karşımızdakini, kendi geçmişimizle ve duygusal birikimimizle algılıyor, yoğuruyor ve yeniden biçimlendiriyoruz. Başkalarında kendi idealimizi yaratmaya çalışıp, içimizdekini somutlaştırarak putlaştırıyoruz. Bahsettiğim öyküde bu durum çok güzel detaylarla anlatılmış. Tüm öyküleri ayrı tatlara sahip. Ayrıca çevirisi de çok iyi. Yeni bir kitap değil, basıldığı yılarda da çok satanlar listesinde yer aldığını hiç sanmıyorum. Ama, iyi okurların kütüphanesinde mutlaka bulunması gereken bir eser.

Cadının Bohçası

Yazan ve Oynayan: Esmeray
Türkiye’deki kadın sorununu, bir transseksüelin çocukluğundan itibaren karşılaştığı zorluklar ve bunlarla ettiği mücadeleler bağlamında ele alan Cadının Bohçası’nda, iki konunun iç içe geçtiği bir sorgulama zemini sunuluyor. Transseksüelliğin bu ülkede hâlâ bir tabu olduğunu bilmek, oyunu izlerken sizi bu sorunu da düşünmeye zorluyor.  Zaman zaman kendimi, başka birinin yaşadığı sorunların anlatılıyor olduğu yanılgısından, anlatılanın izlediğim kişinin (Esmeray) hikâyesi olduğu gerçeğine sert geçişler yaparken yakaladım, şaşırdım. Türkiye’de kadın olmak da zor, transseksüel olmak da. Transseksüel bir kadın olmak ne kadar zor? Esmeray çok güzel anlatıyor. Muhakkak izlemek gerek.


Zeynep Tanbay Dans Projesi - Araz

Zeynep Tanbay’ın bir önceki koreografisi olan 4 Ayak’ın tadı damağımızda kalmıştı. Neredeyse unutacaktık ki Araz geldi. Gene muhteşem, gene şaşırtıcı. Grup ve solo olarak sergilenen koreografinin estetiğine mi kapılsak, sanatçıların vücutlarına hâkimiyetlerine mi şaşırsak bilemeden biten 70 dakikalık bir şölen. Eserlerinden birini bile kaçırmanın büyük kayıp olacağı bu dans ekibini iyi takip etmek gerekiyor.
 

Hatun Teyze Bize “Okumanın Yaşı Yok” Dedi....

Çekmece henüz yayımlanmamışken, içeriğinde yer almasını planladığımız konulardan birinin de, içimizden birilerinin farklı hayat hikayelerini onlarla söyleşerek paylaşmak olabileceğini düşünmüştük. Bu sayımızda, okumayı kendi kendine öğrenen Hatun Teyze’nin okumaya olan tutkusuna yer veriyoruz. Hatun Teyze’ yi, çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşadığı sıcak yuvasında ziyaret ettik.
Çocuklarınız ve torunlarınızla İstanbul’da yaşadığınızı ve hayatta her zaman öğrenmenin mümkün olduğuna inandığınızı biliyoruz. Bize biraz kendinizden ve okumaya küçükken başlayamama nedenlerinizden bahseder misiniz?
Bingöl’ ün Kiğı ilçesinde oturuyorduk. Çocukluktan beri okula gitme fırsatımız olmadı. Okul yoktu, yol yoktu. O dönemde okula çok meraklıydım.