Çekerken

Tam 100 yıldır, tüm dünya için farklı bir anlamı var 8 Mart’ların.
8 Mart 1857’de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kadın işçiler, daha iyi çalışma koşulları istemiyle greve gittiler. İşçilerin fabrikaya kilitlenmesi sonrasında çıkan yangın nedeniyle 129 kadın işçinin hayatını kaybettiği bu tarih, yine kadınların mücadeleleriyle 1910 tarihinden bugüne 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır.
Biz de Çekmececiler olarak bu sayımızda edebiyattaki kadın yazarlara çevirdik yüzümüzü. 8 Martları 8 Mart yapan kadınların emeğine ve mücadelesine değinmenin yanı sıra kendi hikâyelerimizden yola çıkarak hayatın içindeki kadınlığı ve erkekliği sorguladık. Farklı ama bir o kadar da kadın mücadelesi ile iç içe olan bir mücadele alanı olarak eşcinselliğe de dikkat çektik. Anlayacağınız, yine bol bol çekiştirdik…
Yazılarını ve şiirlerini bizimle paylaşarak bu sayıya emek veren herkese teşekkür ediyoruz.
Tüm kadınların Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun…


Çekmece Ekibi

İç Kapak Çalışması: Ekim Yelkenci

Bir 8 Mart Yazısı

İpek İlkkaracan  Ajas

Bundan 2 yıl kadar önceydi. Henüz yeni beş yaşına girmiş olan kızımla ilk kez Miyazaki’nin animasyon filmleriyle tanışmıştık. “Komşum Totoro” isimli, hem çocuklar hem büyükler için bir sinema şöleni olan bu fantastik filmi izlemeyi bitirdiğimizde, “adam çok güzel film yapmış ama, değil mi?” diye sordum Şade’ye. Soruyu sormamla, yaptığım cinsiyetçi varsayımı yakalamam bir oldu. Yönetmen hakkında bildiklerim soyadının Miyazaki, milliyetinin ise Japon olduğundan ibaretti; bir “adam” olduğunu ise varsaymıştım. Cinsiyet rollerinin getirdiği kısıtlamalardan özgür yetiştirme konusunda iddialı olduğum kızıma çaktırmadan toparlamaya çalıştım hatamı. “Yani tabi bu Miyazaki isimli Japon yönetmen adam mı, kadın mı, ondan da emin değilim ama ilk isminden anlarız şimdi” diyerek DVD kutusunu yüzüme doğru yaklaştırdım. Kızım umursamaz bir tonda “hata yaptığını sanmıyorum anne, kesin bir adamdır” dedi.

Sultan Mahalle

Meltem Kunt

Yıkıntılarının arasında oturduğun yerin senelerce yaşadığın ev olmasına inanmak yorucu… Taş ve ağaç parçaları görünen. Etrafımda dolaşan çocuklar benim çocuklarım, yeğenlerim. Bu yıkıntılara bakıp artık üzülememek; üzülecek bir şeyinin kalmadığını bilmek, uyuşmuş bir beyni bile bile taşımak gibi…
Sultan Mahallesi’nde büyüdüm ben. Annem de burada büyümüş. Bilinen adıyla Sulukule’de. Evlendim ve başka yere gelin gitmedim. Kocam buraya benim yanıma geldi. Buradaki insanlarla birlikte yaşadık. Tüm mahallenin namazını kıldığı cenazeleri, kapı önünden geçirilen söz tepsilerini, ata binmiş sünnet çocuklarını beraber gördük… Tüm bunların can bulduğu sokakların köşelerinde başka yıkıntılar var şimdi. Kentsel dönüşümle beraber harabeye dönüştük.


Algıda Doğallık

Pınar Dursun

Neredeyse sesi duyulacak kadar hızlı çarpıyordu kalbi.. Bir yandan sus diye fısıldıyordu içindeki şımarığa, sevgilisi fark ederse çok utanacaktı, biliyordu.. Yine de kıpkırmızı oldu.. Bir yandan da onu bu kadar heyecanlandıran şeyin ne olduğunu düşünüyordu gözlerini gözlerinden çekmeden.. Daha önceki ilişkilerinde eksik olan şey tam da buydu işte.. Ama... Ama bir yandan da çok  zor bir mücadelenin içine girdiğinin farkındaydı.. Düşünceleri birbiriyle kavga ederek uzaklaştı zihninden.. Ve yaklaştı usulca, yanağından öptü.. Dudaklarında sevgilisinin yeni çıkmaya başlayan sakallarının sertliğini hissetti.. Daha önceki sevgililerinin yaptığı serzenişler geldi aklına.. Tıraş olduktan sonra, kendi yanağına dokunan dudakların aldığı şekli aldı onun dudakları da.. Sevgilisi yeni tıraş olmuştu..



Emeğimiz

Didem Çınar

Kadın emeğini özgün dinamiklerini göz önüne alarak değerlendirmek gerekir. Nedir bu dinamikler? Kadının ev içi emeğinin karşılığının sevgi olduğu iddia edilir. Oysaki ev içi emek çoğu kimsenin iddia ettiği gibi gönüllülük esaslı değil; örf, âdet, gelenek gibi yazılı olmayan ama her yanımıza nüfuz eden kurallarla betimlenen bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun tercih edilmesi söz konusu değildir. Böyle bir tercih söz konusu olduğunda kadının karşılaştığı şey çevresi tarafından gördüğü baskıdır. Temizlik, çocuk ve yaşlı bakımı vs işlerin yanı sıra tüm ailenin planlamasını da kadın herhangi bir karşılık almadan yerine getirir. Yaptığı işin bir karşılığının olmaması, 7 gün 24 saat mesaisinin olması ve “doğal” olarak kadın işi olarak düşünülmesi ev içi emeği diğer emek biçimlerinden farklı kılan özelliklerdir.

Kısa Kısa... Kıza Kıza...

Seçil Ercan

Her şey anneannenin, babanın nurtopugibikızınızoldu müjdesini veren hemşireye bahşiş vermesini, `Sanki erkek müjdesi mi verdi` diyerek engellemesiyle başlar. Gerçi teknolojnin gelişmesiyle (!) bu ayrımcılık, daha doğmadan, ultrason görüntüleriyle başlıyor artık. Sokağa adım atmandan itibaren aman öyle konuşma, aman böyle yürüme, aman şöyle giyinme diye baskılar gün yüzüne çıkar. Kendin için bir şey yapmak istediğinde senden yaşça küçük erkek kardeşinden babana kadar oluşan bir hiyerarşiden izin alman beklenir. Dışarı çıkmak istediğinde nihavend makamından "hadi sana güveniyoruz da dışarıdaki insanlara nasıl güveneceğiz" şarkısı söylenmeye başlar. Okuyup da ne yapacaksın diyen direkt baskıcıların yanı sıra hem mutlaka tahsilini tamamlamalısın deyip hem de erkekten seni bir adım geride tutan ikiyüzlü, "tahsilli" baskıcılar çıkar karşına. Sen farkında olmadan çevre baskısıyla öyle yetişirsin ki erkekgibikız yahu derler. 'Ama ben insangibiinsan olmak istemiştim hakim bey!' diye fırlarsın ayağa. Öyle ya, bir an yanılıp mahkemedeymişsin hissine kapılman çok olası bir durumdur bu kadar baskının içerisinde. İçinden mi dışarı mı haykırdığını anlayamadan sesin daha da yükselir:
Her türlü ayrımcılığa karşı durup eşit olalım istemiştim. Ben, biz, insanların, ama tüm insanların öteki olarak adlandırılmadan eşit koşullarda, eşit fırsatlarla yaşamasını istemiştik...
Ah, yine içimden mi konuştum? Yoksa duyabilen birileri oldu mu? 

Kimlik Sorunu

Ümit Şenesen

Bilinmeze yönelmiş
bir denklem takımının
“aşırı belirlenmiş”
en yalın üyesiyim.

Öbür bütün denklemler
toplanmışlar başıma,
sanki ben fil, onlar kör,
hepsi bir şey söylüyor.

İnansam sözlerine
göremem bilinmezi,
ulaşılmaz bir düş’ün
çarpılmış yansıları
olur tek vardığım yer,
boş çıkar bunca emek.

Oysa benim dileğim
ömrümde bir kez olsun
“tam belirlenebilmek”!

Mayıs 1999

Tezer’e Mektup

Mehmet Bilecen

Sevgili Tezer,
Sana ne kadar kırgın olduğumu bilemezsin. Bu hayata, senin yaşamadığın bir dönemde atılmayı hiç istemezdim. Ve sen; seni  seven, tanımadığın bir insan için bile yaşadığın dönemi değiştirerek, onun yaşadığı dönemde yaşamak isteyebilecek kadar naif bir insan olduğun halde nasıl olur da bu dünyaya 1943’ de gelip de, acelen varmış gibi 1986’ da gidersin, anlamadım. Ama kaderime razı olup, yazdığın kitaplarında yaptığım yolculuklardan anılar yaratmaya çalıştım. Eminim ki; sana yazdığım mektubu okuma şansın olsaydı, beni çok iyi anlardın. Zira bir gün bana;  “ Kader diye bir şey yoktur, yalnız sınırlar vardır. En kötü yazgı, sınırları sabırla karşılamaktır. Karşı çıkmak gerekir.” demiştin. O zamanlar “ Yaşamın Ucuna Yolculuk” a çıkmıştın.

Kadında Cisimleşen Kavga: Leylâ Erbil

Kaya Tokmakçıoğlu

‘Kadın’ kavramının toplumsal zeminden yazınsal ortama taşınmasında bir toplumun yaşadığı siyasal ve sosyo-kültürel dönüşümler çok önemli bir etkiye sahiptir. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nda kadının toplum hayatından tamamıyla dışlanmış olup ev içine hapsedilmiş olması kadının yüzyıllar boyu yazınsal ortamda sesinin duyulmasını engellemiştir. Resmi tarih her ne kadar ilk kadın romancımızın Fatma Aliye olduğunu söylese de ta Pir Sultanlar zamanından yazma ve okunma uğraşı içinde olup boynu tez vurulan, yazdıkları yakılan, kırbaçlanan onlarca kadın yazar olduğunu biliyoruz.

Edebiyat Soruşturmalarında Kadın

Edebiyatta soruşturmalar hem çok değerli hem çok tartışmalıdırlar. Seçimlerin taraflı olduğundan, eserlerin ya da yazarların sıralanmasına kadar çok sayıda sorun bulunabilmektedir. Tüm tartışmalara rağmen yol göstericidirler ve sapmalı da olsa gerçeğin bir kısmını yansıtırlar. Notos, 20. sayısını çıkarmış bir edebiyat dergisi. Bu sayısına kadar üç tane büyük soruşturma yaptı: Ölmeden önce okunması gereken 40 kitap (3. sayı), Yüzyılın 40 Romancısı (8. sayı) ve Yüzyılın 40 Öykücüsü (20. sayı). Her bir kırklar listesi ayrıca ele alınmaya, tartışılmaya değer. Biz kadınlar tarafına baktık listelerin. Hangi sayıda kaç kadın var ve kaçıncı sıradalar.



Keşfin Karlı Hikâyesi

Yasin Kütük

Hatırlıyorum. Bundan tam on beş yıl önce, karlı bir Ankara ayazında, sis ve gecekonduların yoksul dumanı, karşısındaki caminin kubbelerinden başlayarak, bütün minareyi görünmez kılarken dayımın evinin, radyoda soğuk metalik tiz bir erkek sesi, polis radyosunun caz kuşağında, sıradaki şarkıyı anlatıyordu: Japan, Nightporter. Dayım bana bakıyordu, bense radyonun kırık antenine ve ahşap çizgilerle kaplı hoparlörüne ve belinden kırık, bir oyuncak bebek gibi duvara yaslanışına bakıyordum. Darbe yıllarında anarşist olmakla suçlanan dayıma, üç yılını geçirdiği hapishane yıllarından geriye, karlı gecelerde sızlayan bir çift ayak, ömrünün geri kalanında vücuduna işkence edecek bir kelepçe organ gibi, hatıra bırakılmıştı: “Her güne, kaldırım taşlarını yürürken yerinden oynatacak kudretli ayakların üstünde ve hayatımın şiirine, bugün rastlaşacağım yaşamımın parçacıklarını ekleyerek başlayabiliyordum, ama işte o soğuk, sidikli odalarda, heyecanımızı da kırdılar ayaklarımızla beraber. Gel, kalorifere yaslanalım.”

Sürüne Sürüne Erkek Olmak

Yazar: Pınar Selek
Kitap, askerlikte nasıl sürüne sürüne erkek olunduğunu tanıklıklar üzerinden anlatıyor. Ötekinin derdini dert edinen Pınar Selek, bu kitapta militarist bir toplumun erkeklerinin yaşadığı erkeklik sorunsalını inceliyor. Farklı hayatlardan bir grup erkekle yapılan röportajları aktarıyor çünkü “yaşamak en önemli akademik faaliyettir”. Hayattaki duruşuyla çevresine barış dolu yaşanabilir bir dünya için mücadele etme gücü veren Pınar Selek, mısır çarşısı davası nedeniyle hâlâ haksız yere yargılanmaya devam ediyor. Hukuksuzluğun dillere pelesenk olduğu şu günlerde yıllardır hukuksuzluğa maruz kalan bu kadın aktivistin kitabını okumanızı öneriyorum. Pınar Selek mevzu olunca bu önerimi şiddetle değil, barışla yapıyorum…



Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar

            “… burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu.”

Edebiyatımızın iki büyük yazarı çok iyi arkadaş. Leylâ Erbil, Tezer Özlü öldükten 9 yıl sonra yayına hazırlayıp, bastırmış mektuplaşmalarını. Kitabın başında, Leylâ Erbil’den, Özlü’yü tanıtan dört güzel yazı var. Kitabın kalan kısmı Özlü’nün Erbil’e yurtdışından gönderdiği mektuplardan ve kartpostallardan oluşuyor. Üzerine acı serpiştirilmiş yazışmalar hepsi. Memleketin ve edebiyat dünyasının içinde bulunduğu durum kadar, İstanbul’dan uzak kalmak da üzüyor Tezer Özlü’yü. Mağrur bir isyan taşıyıcısı Tezer Özlü’yü daha iyi tanımak ve yazarların iç dünyasına bir adım daha yaklaşmak için okunabilecek bir kitap.

Yalnız Kadın

Yazan: Dario Fo, Franca Rame
Oynayan: Esmeray


 Yalnız kadın, eve kapatılan, cinselliğini yaşayamayan, etrafındaki bencil erkeklerden bunalan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Diğer Dario Fo oyunları gibi bir bombardımana maruz kalıyorsunuz. Bir saatlik bir oyunda bir kadının yaşadığı en çarpıcı sorunlar sıralanıyor. Dolaylı değil, doğrudan, her şey apaçık… Kadınların kuşatılmışlığını, kadın mücadelesine emek veren Esmeray’dan izlemek ise gerçekten keyifli.
 Küçük bir salon, sıcak bir ortamda, naif bir dekorla oynanan, kadın sorunlarına değinen tek kişilik bir oyun. Her şey dolaysız ve açıkça anlatılıyor. Kadının maruz kaldığı şiddeti, kısıtlanan özgürlüğünü, üzerine yüklenen zorunlulukları, bu hallerin günümüz ataerkil toplumunda ne kadar normal ya da doğal karşılandığını ve tüm bu durumların kadın üzerinde nasıl bir psikolojik etkiye sebep olduğunu alaycı bir dille vurguluyor. Seyretmekten memnun kalacağınız bir oyun.

Cadının Bohçası

Yazan ve Oynayan: Esmeray
Cadının Bohçası, ayrımcılıkların kesişiminde, hem transseksüel hem de Kürt olarak şiddete, milliyetçiliğe ve ataerkil değerlere karşı direnen bir feministin hikâyesi. Eşcinsellikten transseksüelliğe geçişinde feminizmin farkına vararak, seks işçiliğini bırakan ve kadın hareketinin içinde yer alan Esmeray'ın “çok kişilik” oyunu, İTÜ İşletme Fakültesi kadın çalışanlarının organize ettiği 8 Mart etkinlikleri kapsamında 8 Mart Pazartesi günü Saat 13:00’de İTÜ İşletme Fakültesi Tiyatro Salonu’nda olacak.

8. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali

2003 yılında kurulan Filmmor Kadın Kooperatifi, her yıl kadınların sinemadaki görünürlüğünü artırmak, itiraz etmek, üretmek ve düşlemek için kadın filmleri festivali organize ediyor. Bu yıl festivalin tek bir teması yok, yeryüzünün çeşitli parçalarından kadınların umutsuzluktan umut çıkaran filmleri, kadınlardan umut var… 20 ülkeden 53 film, panel ve söyleşiler ile İstanbul, Kars, Sinop ve Creteil-Paris’te seyirciyle buluşacak. 12-21 Mart 2010’da İstanbul’da, Fransız Kültür Merkezi, Goethe Enstitüsü, İstanbul Modern salonlarında izleyebiliriz…